Hümanizm Akımı
Hümanizm Akımı Nedir Hakkında Kısaca Özet Bilgi
Avrupa’da Ortaçağ, “skolastik” sözcüğüyle anlatılmaktadır. Kilise’nin toplumsal yaşamın her alanına egemen olduğu bu karanlık dönem boyunca kültür ve sanata korkunç bir baskı uygulamıştır. Hristiyanlık düşüncenin gelişmesini Önlemiş, insanlık ve toplumsal kurumlar, Tanrı’nın, kilisenin ve kralın egemenliğini sağlamanın aracısı sayılmıştır.
Bu yapılanma, İnsanı ve aklı temel alan Yunan ve Latin sanatlarını, eski çağa hapsetmişti. Soyluların, din adamlarının ayrıcalıklı olduğu bu dönem edebiyatında kahramanlık ve şövalyelik destanları vardır.
Avrupa’da 13.yüzyılın sonlarında bu karanlık çağdan rönesansa giden yolun aydınlatıcıları yetişmeye başlar. Bunlar Eski Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatını örnek alarak, “ideal insanı” işleyen sanatçılarıdır. İnsanı temel aldıklarından, bu düşünüş biçimine “hümanizm” adı verilmiştir. Hümanistler, yapıtlarında kilise Latincesini bırakarak, ulusal dillerini kullanmışlardır. İlk hümanistler:
Hümanizm Akımının Temsilcileri:
Temsilcileri ve yazdıkları alan için bağlantıya tıklayınız.
Dante………………………………………………. destan
Petrarca…………………………………………… şiir
Boccacio………………………………………….. öykü (hikaye)
Rabelais………………………………………….. komedya (güldürü)
Montaigne……………………………………….. deneme
Ronsard…………………………………………… şiirler
Hümanizm Akımının Ortaya Çıkışı ve Tarihi Gelişimi
Hümanizm, İtalya’da başlamış olsa da, Avrupa genelinde etkisini gösteren bir felsefi akım olarak büyümüş ve yazarların, bilim adamlarının, ve keşiflerin etkisi altında gelişmiştir. Bu akımın oluşmasında etkili olan bir diğer faktör de o dönemin önemli iç ve dış olaylarının entelektüel insanları düşünceye ve eyleme itmiş olmasıdır. Ayrıca, din kaynaklı sorunlara seküler çözümler aranması, seküler düşüncenin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Hümanizmin yayılmasında büyük coğrafi keşiflerin ve bu keşifleri destekleyen bilimsel bulguların da rolü büyüktür. Yeni toprakların ve kültürlerin keşfi, dünyanın nasıl işlediği konusundaki geleneksel düşünceyi sorgulamaya teşvik etmiş ve bilimsel yöntemlerin önemini vurgulamıştır.
Hümanizm, insanın değerini vurgular ve bireysel yeteneklerin önemini anlar. Bu düşünce tarzı, Rönesans’ın başlamasına yol açar ve insana odaklı bir düşünme biçiminin yükselmesine olanak tanır. Din dışı çözümler arayarak, insanların hayatlarını daha anlamlı ve değerli hale getirmek için farklı yaklaşımlar geliştiren düşünürler, seküler düşünceyi yaygınlaştırır ve modern dünyanın temellerini atmış olur.
Hümanizm, insanı merkeze alan bir felsefi öğretidir ve insanın doğasına odaklanır. Bu düşünce tarzında, insanlar kendi düşüncelerini ve ahlaki değerlerini geliştirerek, kendilerini ve toplumlarını daha iyi bir hale getirebilirler. Hümanizmin kökenleri Antik Yunan ve Roma felsefelerine dayanır ve Rönesans dönemi boyunca Avrupa’da yaygınlaşmıştır.
Hümanizm, insanların özgür düşünceleri ve özgür iradeleriyle kendilerini geliştirmeleri gerektiğini savunur. Bu düşünceye göre, insanlar doğuştan iyi niyetlidir ve herhangi bir ahlaki öğretiye ihtiyaç duymadan iyi davranışlar sergilerler. Ancak, toplumsal baskı ve çıkarlar insanların özgür iradelerini kısıtlar ve kötü davranışlar sergilemelerine neden olur.
Hümanistler, insanların bilgi ve deneyimlerini arttırarak kendilerini geliştirmeleri gerektiğini düşünürler. Bu nedenle, eğitim ve bilim insanların potansiyelini ortaya çıkarmak için önemli bir rol oynar. Hümanizm, insanların bilimsel yöntemler kullanarak dünya hakkında daha fazla bilgi edinmeleri gerektiğine inanır.
Hümanizm, Aydınlanma Çağı’nda bilimsel ve teknolojik ilerlemelerle yeniden güçlenmiştir. Bu dönemde, insanlar evrensel haklar ve özgürlükler için mücadele etmiş ve insan haklarına saygı duyulması gerektiğini savunmuşlardır. Hümanist düşünce, günümüzde de hala önemini korumaktadır ve birçok farklı disiplinde etkisini göstermektedir.
Modern dünyada özellikle Batı toplumlarında, insan odaklı bir felsefi hareket olarak kabul edilir. Bu hareket, insanın potansiyelini geliştirmek ve refahını artırmak için çaba gösterir. Hümanistler, insanların özgürlüğü, özerkliği ve ilerlemesi için mücadele ederler ve dinin ahlaki bir otorite olmadığına inanırlar. Hümanizm aynı zamanda bilim, sanat ve edebiyatta insanın yaratıcılığına ve yeteneğine vurgu yapar. Hümanistler, insanın merkezde olduğu bir dünya görüşüne sahiptirler ve insan haklarına, çevre korumaya ve kültürel çeşitliliğe büyük önem verirler. Bu nedenle, hümanizm birçok alanda etkili olmuş ve insan hayatının çeşitli yönlerinde önemli bir rol oynamıştır.
Hümanizm, Antik Yunan ve Latin kaynaklara olan geri dönüşü temsil eder ve bu dönüş, birçok tema ve kavramın yeniden canlanmasına yol açar. Özellikle Latince kökenli “humanitas” kavramı, hümanist düşüncenin temel taşı haline gelir. Bu kavram, içsel mükemmeliğe ulaşan ideal bir insanı ifade etmek için kullanılır. Hümanizm ve onunla ilişkilendirilen terimlerin yeni anlamlar kazanmasında en önemli etken, hümanist düşüncenin kendisidir.
Hümanizm, insanı özünde kültürle yoğrulmuş bir varlık olarak kabul eder. Bu anlayış, ideal bir insanı arayışın ötesine geçerek, farklı disiplinleri, ülkeleri ve gelenekleri bir araya getirir. Hümanizm, insanlığın gelişimini şekillendiren düşünceleri birleştiren geniş bir akımdır.
Hümanizm, insanın potansiyelini kültür, eğitim ve bilgelik aracılığıyla gerçekleştirebileceği bir inanç sistemini yansıtır. Bu düşünce tarzı, Antik Yunan ve Roma dönemlerinden gelen bilgelikleri modern dünyaya taşırken, insanların içsel mükemmelliğe ulaşma çabalarını teşvik eder. Hümanizm, insanın entelektüel ve ahlaki gelişimini en üst düzeye çıkarmak amacıyla kültür, eğitim ve sanatın gücünü vurgular. Bu nedenle, hümanist düşünce, insana odaklı bir düşünme biçiminin temelini oluşturur ve insanlığın gelişimine önemli katkılarda bulunur.
Hümanizm Türleri Nelerdir
Hümanizm, farklı türleriyle insan odaklı bir düşünce akımıdır. Rönesans hümanizmi, İtalya’da ortaya çıkmış ve Antik Yunan ve Roma kültürlerine odaklanmıştır. Hristiyan hümanizmi ise, kiliseyi reforme etmek için dinin insan odaklı yorumuna vurgu yapmıştır. Etik hümanizm, insanlığın evrensel ahlaki değerlerine dayanarak insan haklarını ve özgürlüklerini vurgularken, bilimsel hümanizm, bilimsel yöntemleri ve teknolojik ilerlemeyi insanlığın refahı için kullanmaya odaklanır.
Seküler hümanizm, dini inançları reddetmese de, insanı merkeze alan bir anlayışa dayanır ve özgürlük, adalet, eşitlik ve demokrasi gibi değerleri savunur. Marksist hümanizm ise, insanın özgürleşmesini ve toplumsal eşitliği vurgular. Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan dini hümanizm, hümanizmi bir din olarak kabul eder ve uygulayıcıları kilise benzeri cemaatlere katılmıştır. Bu hareket, Tanrı’nın varlığına inanmayanlar için bir alternatif sunmayı amaçlamıştır.
Rönesans hümanizmi, antik Yunan ve Roma kültürünü yeniden keşfetmenin yanı sıra, insanın merkezi konumunu vurgulayan bir felsefi hareketti. Bu hareket, edebiyat, sanat ve bilim alanlarında büyük bir yenilik ve ilerleme dönemi olarak bilinir. Hristiyan hümanizmi ise, antik kültür ile Hristiyan inancı arasındaki bağlantıyı keşfetme çabasıydı ve insanın yaratılış amacını Hristiyan inanç ile uyumlu hale getirme hedefini taşıyordu.
Etik hümanizm, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini ve toplumsal sorumluluklarını ön plana çıkaran bir hümanizm türüdür. Bu tür, insanların birbirleriyle olan etkileşimlerinin ahlaki boyutuna odaklanarak insanlığın gelişimine katkıda bulunmaya çalışır.
Bilimsel hümanizm, bilimsel yöntemi ve bilimsel araştırmaların önemini vurgular. Bilimsel keşiflerin insanların hayatını nasıl değiştirebileceği konusunda heyecan duyarlar ve bilimsel düşünceyi insanın gelişimine büyük bir katkı olarak görürler.
Marksist hümanizm, diğer hümanizm türleriyle benzer temellere sahip olsa da, özgür irade ve demokratik değerlere karşı duruşuyla ayrılır. Marksist hümanistler, insanın potansiyelini sadece sosyal faktörlerle açıklarlar ve insan özgürlüğünü reddederler. Bunun yerine, sınıf mücadelesi ve kolektif refahın geliştirilmesine odaklanırlar.
Hümanizm Akımında İnsana Bakış Açısı
Hümanizmin bakış açısına göre insan, Rönesans döneminin en önemli düşünce hareketlerinden birini temsil eder. Hümanizm, insanın yaratıcı gücünü, düşünce ve eylem özgürlüğünü içeren yeni bir insan tasavvurunu ifade eder. Bu anlamda, hümanizm sadece bir düşünce sistemi değil, aynı zamanda yeni bir insan görüşünün taşıyıcısıdır.
Hümanizm, Rönesans döneminde Grek ve Latin kaynaklarını yeniden keşfederek, Orta Çağ’ın sıkı kurumları ve geleneklerine eleştiriler getirerek, bilgi ve kültürün biçimini değiştiren bir akımdır. Bu nedenle, hümanizm, yeni bir dünya görüşünün oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Orta Çağ’ın genel dünya görüşü, Tanrı merkezli bir bakış açısına dayanmaktaydı. Temel inançlar şunlardı: Yaratıcı Tanrı, her şeyin başlangıcıdır ve her varlık Tanrı’nın mükemmel bir yansımasıdır. İnsan, Tanrı’nın yaratıklarının en yücesi olarak kabul edilir ve Tanrı’ya şükretmek için özellikle değerlidir. Bu dünya görüşü, Tanrı’nın yaratıklarının arasında yer aldığı bir düzeni öngörür ve bu düzen değişmez ve sabittir.
Hümanizm ise bu geleneksel dünya görüşünü sorgulamış ve insanı merkeze almıştır. İnsanın yaratıcılığı, özgürlüğü ve düşünce yeteneği vurgulanmıştır. Bu bakış açısına göre, insanın potansiyeli ve değeri ön plandadır, ve bu düşünce sistemi Rönesans döneminin yeniden doğuşunu simgeler.
Hümanizmin Sonraki Dönemlere Etkileri Nelerdir
Hümanizmin etkileri, sonraki dönemlerde oldukça büyük ve zengin bir mirası gelecek kuşaklara bırakır. Hümanizmden ilham alan sanatçılar ve yazarlar, klasik dönemin değerlerine geri dönmeyi, bu değerleri taklit etmeyi veya onlardan esinlenmeyi temel bir ilke olarak benimserler. Bu şekilde, hümanist düşünce ve evrensel insan anlayışı, klasik sanat ve edebiyatta canlanır ve bu akımın etkileri uzun yıllar boyunca hissedilir. Hümanizm, klasik eserlerin yeniden değerlendirilmesini ve gelecek nesiller için zengin bir mirasın korunmasını teşvik eder.
XVIII. yüzyılın Aydınlanma Çağı’nda hümanizmin izleri, insan ve bilime verilen büyük önemle net bir şekilde görülür. Aydınlanma, insanlığın düşünsel ve entelektüel gelişimini vurgularken, hümanizmin mirası bu dönemde özellikle parlar. Aydınlanma düşünürleri, insanın yeteneklerini ve aklını ön plana çıkararak, hümanizmin temel ilkelerine uygun bir yaklaşım benimserler. Bilim ve akıl, bu dönemin odak noktalarından biri haline gelir.
XIX. yüzyılda ise pozitivist düşünceye sahip olan Auguste Comte, “Tanrı’nın dini” yerine “insanın dini”ni öne sürerek hümanist yaklaşımı pekiştirir. Comte, insanın kendi potansiyelini keşfetmesi ve geliştirmesi gerektiğine vurgu yapar, bu da hümanist düşüncenin bir devamıdır.
XX. yüzyılda ortaya çıkan ve insanlığın sorunlarına çözüm arayan düşünce akımları, hümanizmin etkisini taşır. Marksist hümanizm, varoluşçu hümanizm, Albert Camus’nün hümanizmi, André Malraux’nun hümanizmi gibi yaklaşımlar, insana odaklanır ve insanın değerini ve potansiyelini yüceltir. Bu düşünce akımları, hümanizmin temel ilkelerini farklı bağlamlarda ele alır ve geliştirir.
Günümüzde hala insan merkezli birçok öğreti ve düşünce akımı varlığını sürdürmektedir. İnsan hakları, insana saygı, eşitlik ve adalet gibi değerler hümanist bakış açısının temel taşlarıdır. Hümanizmin mirası, çağlar boyunca farklı biçimlerde devam etmiş ve insanlığın düşünsel evrimine büyük katkı sağlamıştır.