İngiliz Edebiyatı
İngilizce, yazı dili haline geldikten sonra, İngiliz edebiyatının yetiştirdiği ilk büyük sanatçı Chaucer (1340 – 1400)’dir. Chaucer, Canterbury Hikayeleri adlı eseriyle İngiltere’de Rönesans’ı müjdelemiştir.
16. yüzyılın ikinci yarısı, İngiliz edebiyatının altın çağıdır. Bu dönemde eser veren Shakespeare, Bacon, Milton bütün dünyaca tanınmıştır. 18. yüzyılda ise Defoe, Svvift, Feilding gibi sanatçılar ün kazanmış; sonraki dönemlerde sanatçılar üzerinde değişik edebiyat akımları etkili olmuştur.
İngiliz Edebiyatının Oluşumu ve Genel Özellikleri
500-1500 yılları arasındaki Orta Çağ dönemi edebiyatı, çağdaş İngilizceden daha farklı eski dil ile bezenmiş Anglo-Sakson edebiyatıdır ve modern anlayışın temelleri bu dönemde atılmıştır. Her eski edebiyat anlayışında olduğu gibi İngiltere’nin de söz konusu döneminde dinî ve lirik zevklerin hâkimiyetindeki bir şiir yapısıyla karşılaşmaktayız. Bu anlayış çerçevesinde 7. ve 8. yüzyıllardaki Caedmon ve Cynewulf edebî okulları önemlidir.
8. yüzyılda dinin etkisinden yavaş yavaş ayrılmaya başlayan edebiyatta bu sürecin en önemli eseri, şairi bilinmeyen ve 3000 dizeden oluşan Beowulftur. Eser, konusunu İskandinav destanlarından alır. Birinci bölümde Prens Beowulfun, krala zarar veren canavarı yenmesi, ikinci bölümde ise Beowulfun yine canavardan zarar gören ülkesindeki hükümranlığını görürüz. Şiir, Prens Beowulfun ölümü ve ona yapılan övgüler ile sona erer. Söz konusu eserde kullanılan dilin ses değeri bakımından tematik yapıya uygun olması, edebî eserin güçlü olan tarafıdır. Dinî konu ve temalardan arınmış eserlerin en önemlilerinin verilişi ise 14. yüzyılı bulur. John Gower’in Confessio Amantis adlı ve 30000 dizeden meydana gelen şiiri, yaşlı bir adamın genç kıza duyduğu aşkı anlatır. Bu dönemin bir diğer önemli eseri ise William Langland’ın Piers Plowman’ıdır.
Gezgin şairlerin söylediği ve halka mal olan bir yapıda bulunan halatların en verimli şekilde bulunduğu dönem 15. yüzyıldır. Balatlar, otantik bir yapıdadırlar ve bunların anlatımları sadedir. Yine bu dönemde İngiltere tiyatrosu da oldukça verimli bir dönemi yaşamıştır. Sergilenen oyunlar genel anlamda dinî konular ve atmosferin imkânlarından faydalanmışlardır, insan hayatındaki yaşanılanlar bağlamında dinsel temada, çeşitli sosyal topluluklarda sergilenen bu dönem tiyatro oyunları, adlarını oynandıkları şehirlerden almışlardır.
Rönesans ile ortaya çıkan yeni düşünce akımları, yeni dünya görüşleri İngiltere edebiyatım da derinden etkilemiştir. Thomas More’un Ütopya adlı eseri, İngiliz kültürü içerisinde kendine özgü bir şekil de alan hümanizmi en iyi şekilde yansıtmıştır. Platon’un Devletinden esinlenilerek yazılan bu eserde, ideal devlet fikri anlatılmaktadır. Ele aldığı hususlarla, o dönemin devlet anlayışındaki bozuklukları bir anlamda öne çıkararak düşünmeye sevk eden bu eser, aynı zamanda ütopik romanlara da kaynaklık etmiştir.
Tabiat ve kırsal kesim tasvirlerinin yer aldığı pastoral ve dönemin askerî olmakla beraber sosyal bir statüsü olan şövalyelik, 16. yüzyılın son çeyreğinde verilen romanlarda kullanılan unsurlardır. Bu türlü eserlere tepki olarak İse yüzyılın sonlarına doğru gerçekliği esas alan romanlar verilmeye başlanır. Bu eserlerde, insanların yaşamlarına dair görülebilir ve yaşanılabilir gerçekliklerin sayfalara aktarılması göz önünde bulundurulmuştur.
Bu dönemde farklı bir türde kendisini gösteren Francis Bacon Denemeler adlı eseri ile İngiliz edebiyatı nesrinde önemli bir yer edinir. Siyasal ve toplumsal birçok öğüdü ihtiva eder. Anlatmak istediği hususlar, dönemine göre sade ve açık bir şekilde aktarmaya çalışması da yine onun sanatına özgü bir durumdur.
16. yüzyılda şiir dünyasında, Türk şiirinin yenileşmeye başladığı dönemde de kullanılan, sone türündeki manzum eserler İngiliz edebiyatında rağbet görmeye başlamıştır. Bu dönemde Wyatt ve Surrey tarafından yazılan sone türündeki şiirlerin bulunduğu Tottel Çeşitlemesi adlı eser önemlidir. Bununla beraber, önceki dönemlerin alegorik şiir yapısından kişisel duyguların ön plâna çıktığı lirik şiirler ilgiyle karşılanır. Söz konusu atmosferde yazılan şiirlerin gerçek anlamda tutulup yaygınlaşmasını sağlayan Philip Sidney’in Astrophel ve Stella adlı eseri, bu dönem İngiliz şiirinin karakteristiğini yansıtabilecek türdedir.
Tiyatro türlerinde bu süreçteki yaşanan gelişmeler de önemlidir, önceki dönemlerden gelen dinî konulu sahne eserleri, Rönesans ve Reform düşünsel akımlarının etkisiyle bu kabuğundan sıyrılır, daha çok insana ve hayata yönelir. Profesyonel anlamda tiyatro grupları kurulmaya başlanır ve bu ekipler, eserlerini hanlar gibi mekânlarda halkın büyük ilgisi eşliğinde sergilerler. Elizabeth dönemi ile beraber bu türün kurumsallaşması başlar ve söz konusu dönemde Londra’daki ilk halk tiyatrosu kurulur. Ardından, yine başkentte, pek çok sahne kurulur. Ancak, buralarda oynanan oyunlar sahne prodüksiyonu bakımından henüz çok yalın ve temel seviyededir. İngiliz edebiyatında 16, yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başında eserlerini veren bir William Shakespeare gerçeği vardır. Onun eserlerinin özelliği ve sanatkâr kişiliğinin dehası, oyunları sahnelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Her bir eserinde gerçek anlamda “karakterler” yaratmasını başarmıştır. 1598’de kurduğu Globe sahnesi, o dönemin önemli bir ihtiyacını karşılamış, Elizabeth’in ardından I. James’in tahta çıkışı ile de saray çevresinde himaye gören sanatkâr topluluğuna dâhil olmuştur. Çok güçlü şiirsel bir anlatımın bulunduğu eserleri dram, komedi ve trajedi türlerindedir. William Shakespeare eserlerinden bazıları Romeo ve Jüliet, Hamlet, Othello, Macbeth...
18. yüzyıla gelindiğinde sanat dünyasına klasisizm ve neoklasisizm hâkimiyetini gösterir. Eserlerde, akılcılık ve rasyonalizmin kuralcılığı öne çıkmaya başlar. Bununla beraber romantizm akımının da ilk belirtileri görülmeye başlanır. Bu dönemde romanda Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe, Jonathan Swift’in Gulliver’in Seyahatleri, şiirde bilhassa İngiliz şiirinde pastoral anlayışa önemli katkı veren James Thomson’un Kış adlı eserlerin yayınlanması önemlidir.
19. ila 20. yüzyıl başlarında Victoria ve Edward dönemleri yaşanır. Bu süreçte kültür hayatında, Fransız İhtilali’nden etkilenen romantikler ve faydacılığı benimseyenler arasındaki çatışmaya şahit olunur. Fransız İhtilali’nden etkilenen düşünceler, aşırı sanayileşme neticesinde bazı sorunlara çözüm bulunamayacağını savunur. Bu görüşü savunanlar arasında Thomas Carlyle fikirleriyle öne çıkar.
1812-1870 yılları arasında yaşayan Charles Dickens, bu dönemde popüler roman alanında önemli eserler vermiştir. Çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı sefalet, sanat hayatında muhataplarını bu tür yaşamların dışında tutma prensibini beraberinde getirmiştir. Bu prensibi öncelemesi ve halka duyduğu sevgi, Rus edebiyatında da bazı sanatkârları etkilemiştir. Yaşamı olabildiğince gerçekliğe uygun ve insani öze yaklaşarak verdiği, çoğunda dışavurumcu anlayışın etkilerinin hissedildiği eserlerinden bazıları: Mr. Pickwick’in Maceraları, Oliver Twist, Antikacı Dükkânı, David Copperfield…
I. Dünya Savaşı’nın ardından şiirde modern anlayışlar hâkim olmaya başlarken gelenekten faydalanan isimlerin de bulunduğunu söylememiz gerekir (John Masefield gibi). Bunun yanında savaş ortamından etkilenen ve vatanseverlik gibi konulara yönelen şairler de görülmektedir (Rupert Brooke, Isaac Rosenberg, Siegfried Sassoon gibi). Yine bu dönemde, İngiliz şiirinde köklü bir yenilik yaşanır. Geleneksel anlayışın ve romantizm akımının hâkimiyetini kırmak isteyen bu anlayışı temsil eden iki sanatkâr Yeats ve T. S. Eliot. Yeats, ilk eserlerinde memleketi olan İrlanda tarihine ait efsanevi olaylardan faydalanmış, Bütün Şiirler ve Son Şiirler adlı eserlerinde ise romantik anlayıştan farklı olarak daha güncel konuları ele almıştır. T. S. Eliot’un 1922’de yayımladığı Çorak Ülke’si İngiliz edebiyatı açısından kırılma anlarından biridir. Romantizmden kesin anlamda ayrılan bu şiir, dinî yaşamdan ve maneviyattan kopan batı medeniyetinin bir iz düşümüdür. Yaklaşık 400 dizeden meydana gelen bu eser, manevi dünyasını elden bırakan batılı insanı ele alır.
1920’lerde roman türünde de geleneksel anlayışın yıkılışı görülür. Freud’un düşüncelerinin de yaygınlık kazanmaya başladığı bu dönemde, varlık olarak insan ve onun psikolojik hâlleri ele alınmaya başlanır. Olay örgüsü de artık eski önemini, bu dönem romanları ile beraber yavaş yavaş yitirir. Söz konusu dönemin üç önemli temsilcisi: James Joyce (Ulysses), D. H. Lawrence (Oğullar ve Sevgililer, Gökkuşağı, Aşık Kadınlar), Virginia Woolf (Yıllar, Dışarıya Yolculuk, Gece ve Gündüz, Jacob’un Odası). 50’li ve 60’lı yıllara gelindiğinde II. Dünya Savaşı sonrası ortam ve soğuk savaş dalgasının da etkisiyle, Agatha Christie’nin başı çektiği polisiye romanlar, lan Fleeming’in James Bond’u ile oldukça rağbet gören casusluk romanları, Mary Renault’un sıkça başvurduğu geçmiş dönemleri ele alan tarihsel roman, J. R. R. Tolklen’in HobbitBilbo ve Yüzüklerin Efendisi gibi eserleriyle rağbet gören bilimkurgu türündeki romanlar vs. son dönem İngiliz edebiyatındaki roman çeşitliliğini göstermektedir.