Divan Edebiyatının Tarihi Gelişimi
Divan Şiiri Hakkında:
Bu şiirin kökleri, İslam öncesi Arap şiirine dayanır. İslami bir edebiyat olarak ise Arap-Fars ve Türk dilinin katkılarıyla asırlarca gelişmiş, derinleşmiştir.
7. Yüzyılda Müslüman olan Farslar, Arapçadan ve Arap edebiyatından etkilenerek Arapça eserler vermeye başladılar. 1020’de Firdevsi’nin yazdığı Şehnâme adlı milli Fars destanı, Farsçanın edebiyat dili olarak kullanımını sağladı. Firdevsi “Son otuz yılda çok zahmet çektim; ama bu Farsça ile Acem milletini dirilttim.” diyor.
Böylece Arap edebiyatından ilham alan İslami Acem edebiyatı doğdu ve XV. Asır sonlarına kadar, klâsik Acem edebiyatı süregeldi. EnverÎ, Attâr, Nizâmî, Sa’dî, Hâfız, Ömer Hayyâm, Emir Hüsrev, Câmi gibi büyük şâirler yetişti.
İslamiyet, ilk defa, Emevi devleti halifesi I.Velid zamanında (705-7l5) Türk ülkelerine girdi. Basra valisi Haccâc’ın genel yönetiminde, Horasan birlikleri, Buhârâ, Semerkant, Hârezm (Hîve), Fergana ve Taşkent’i zapt ettiler (7l0). İslâmiyet, VII-VIII. Asırlarda Orta-Asya Türkleri arasında yayıldı.
Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Şairler, şiirlerinde “fahriye” denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef’i bu yüzyılın ünlü şairleriydi. Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib’in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal‘di. Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar.
Türkler, Müslüman olmadan önce Uzak Doğu ve Orta Asya’da türlü devletler ve medeniyetler kurmuşlardı. Bunlardan Orhun ırmağı boyundaki Göktürklerin, kendilerine ait alfabeleri vardı. Kitabeleri, yazı dillerinin uzun bir gelişme devresinden geçtiğini gösterecek yeterliliktedir. Doğu Türkistan’daki Uygur Devletinde ise Türkler, başta Budizm olmak üzere, Maniheizm, Brahmanizm gibi türlü dinleri benimsemişlerdi. 24 harfli Uygur alfabesi de çeşitli eserlerin yazılmasında kullanılmıştı. Bu alfabenin en son örneğini, Fatih Sultân Mehmed’in bir fermanında gördüğümüze göre, Arap ve Uygur alfabelerinin, çok geç dönemlere kadar müştereken kullanıldığı ortadadır.
Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divan-ı Lûgâti’t-Türk (1074)’teki şiir örneklerinden, Türklerin, Müslüman olmadan önce zengin bir edebiyatı olduğunu öğreniyoruz. Örneklerde, dörtlüklerle ve hece vezniyle yazılmış çeşitli şiirlere rastlanmaktadır. Bunlar sevgi şiirleri; savaş, kır, didaktik şiirler, av ve ağıt şiirleridir. Bunların bir kısmı, İslamiyet öncesinden kalmadır.
Türkler İslam kültürünü, Araplardan çok Acemlerden almışlardır. İslam kültürü, ortak İslam edebiyatı şekil ve tekniği, zevki, hayat görüşü, temaları, motifleri, Türklerden önce Müslüman olarak bir İslami edebiyat geliştiren İranlıların aracılığıyla Türk edebiyatına girmiştir. Elimizdeki en eski Türkçe Kur’ân çevirisi X. Yüzyılda Samanoğulları döneminde yapılmıştır. Kur’ân Farsçaya mealen çevrilirken, belki de çeviri heyetindeki bir Türk, bu Türkçe çeviriyi de yapmış olsa gerektir. Çünkü bu tercümede, bazı çok mühim dînî terim, Arapça değil Türkçedir. Tercümede, “salât” yerine, namaz; “vudû’ yerine abdest; “savm” yerine oruç (rûze); “melek” yerine ferişte (firişte) denmesi sonucu, bu terimler dilimize Farsça olarak yerleşmişlerdir.
Müslüman İran şiiri, nasıl Arap şiirini taklitle başlamışsa, Müslüman Türk Dîvân şiiri de Müslüman İran şiirini taklitle başlamış; Türk şairler, beğendikleri İran şairlerini örnek almışlardır.
Divan şiirinin etkisiyle yazılmış ilk Türk şiirleri ve eserleri, büyük ölçüde kayıptır.
Kutadgu Bilig (Yûsuf Has Hâcib/l069) ve bir ansiklopedik sözlük olan Dîvân-ı Lûgâti’t-Türk en önemli ve en eski İslâmî-Türk eserleridir.
İstanbul’un fethi (1453) öncesinde, Batı Türk Dîvân şiirinde dil, büyük ölçüde Türkçe olduğu hâlde, İstanbul’un fethinden sonra yavaş yavaş çok sayıda Farsça ve Arapça kelime ve terkip, Türkçeye girmiştir. Ama bu, şartların îcâbı olarak yadırganmamalıdır.
Anadolu’da dîvân şiirinin kuruluşu, Selçuklu Devleti’nin dağılmaya yüz tuttuğu ve bir çok Türk beyliğinin ortaya çıktığı devre, XIII. Yüzyıla rastlar. Bağımsız, küçük birer devletçik olan beyliklerin başkentleri, şairlerin ve yazarların toplandığı yerlerdi. Aydın, Kastamonu, Balıkesir, Kütahya gibi küçük Anadolu kasabaları, birer kültür merkeziydi.
Yukarıda belirtildiği gibi, İstanbul alınmadan önce halkla iç içe yaşayan yönetici ve aristokrat gurubu, İstanbul’un fethiyle halktan büyük ölçüde uzaklaştı. Bu durum da edebiyat dilinin, Arapça ve Farsça ağırlık kazanmasına sebep oldu.
Divan Edebiyatının Tarihi Gelişimi
Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda verilmiştir. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani’ydi. Horasan’dan gelip Konya’ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin’in 1350’de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa’nın 1387’de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi’nin (1351–1422) Vesiletü’n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır.