Arap Edebiyatı
Arapçanın Tarihi Gelişimi Hakkında
Arapça, ilk çağdan itibaren Arap yarımadasını kapsayan kavimlerin ve sonraki yüzyıllarda devletlerin iletişimde ve edebiyatta kullandığı bir dildir. İslamiyet’in yeryüzüne inmesi, Arapçanın dinî alanda kullanılan dil olması, bu dinin tebliğinde değişik coğrafyalara gitmesi ve bu coğrafyalarda İslam kültürüne bağlı kurulan devletler İle birlikte, kullanım alanı genişlemiş ve birçok kültürü etkilemiştir. 6. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanan çeşitli Krallıklar, yarımadadaki Arapça hâkimiyetini pekiştirmiştir.
Arapların Cahiliye Dönemi
Edebiyat tarihine ait bulunan ilk yazılı metinler, manzum değil mensur yapıda verilmiştir. 8, yüzyılda derlenen raviyeler tarih yazıcılarının vermiş olduğu ilk eserlerden olup bazıları gerçek olayları bazıları da uydurulmuş meseleleri ihtiva etmektedir.
Cahiliye Dönemi’nde şairlerin sosyal hayattaki fonksiyonu, bugün idrak ettiğimizden daha farklı bir boyuttaydı. Öncelikle şair, içinde bulunduğu kabileye tam anlamıyla bağlıydı. Şairin hikmetli söz söylediğine inanılır, bu sözleri ile manevi dünyaya dair kötülükleri def ettiği düşünülürdü. Kaside türü şiirler önemli ürünlerdi. Bu özellikleri ile söz konusu kabilelerinde, güçleri ve soyları neticesinde idare pozisyonunda bulunanlar her kimse onların maddi ve manevi desteğini görür, mahiyetlerinde bulunurlardı. Ayrıca, mensup oldukları ve eserlerini verdikleri inanç dünyası bazen paganizm bazen de Hrlstiyanlık idi. Tüm bu unsurları üst üste koyduğumuzda İslam dini yayılmaya başladığında, şairlik ve şiir türü ile olan münasebet pek de sıcak değildi. Çünkü dönemin şiiri, Cahiliye devrinin inanç dünyasını tümüyle yansıtan, İslâmiyet’te yeri olamayacak manevi unsurları şair vasılı tasıyla maddeleştiren bir inanışa ve ritüeller yekûnüne sahipti. Zaten Kur’an-ı Kerim’in edebî bir dil, üslup ve yapıya da sahip olması, eskiye ait bu kültür dünyasını tamamıyla yıkmak ve Hak yol’un göstericiliğini yapabilmek içindi.
Arap Edebiyatı Şiirleri ve Şairleri
Şairlerin ve şiirin Arap toplumu üzerindeki etkisi, İslamiyet’in kabulünden sonra fonksiyon değiştirse de devam etmiştir. Halifelik mücadeleleri sırasında edipler de yerel idarelerin görüşleri doğrultusunda iki gruba ayrılmıştır. Cerir ve el-Ahtal’ın bulunduğu grup kasideciliği, El-Arci ve Ömer bin Ebi Rebia’nın da aralarında bulunduğu diğer gurupta saray çevrelerinde gelişen lirik yapıdaki şiir anlayışını benimserler.
9. ve 11. Yüzyıl Arap Edebiyatı
9-11. yüzyıllar arasında, Abbasi Devleti’nin de kurulmasıyla, Arap halkı büyükşehirlerde daha yoğun yaşamaya başlamıştır. Devletin gelişimine bağlı olarak kültür hayatında da ilerleme meydana gelmiştir. Klasik şiir zevki de bu dönemde ortaya çıkar. Çeşitli topluluklar olarak bir araya gelen ve edebiyat ortamı oluşturan şairler, estetik ve incelmiş zevkin oluşmasına katkı sağlamıştır. Kuralların da belirlendiği bu klasik devirde, gelişen üst düzey edebiyat anlayışının dışında kalan ve halk kesiminin sürdürdüğü edebiyat anlayışı rağbet görmemeye başlamıştır. Yine bu dönemde tefsir ve hadis çalışmalarının neticesinde, yeni bir mensur eser anlayışı ortaya çıkmıştır, İranlı ediplerin, müfessirlerin ve ilim adamlarının da dâhil olduğu bu süreçte, ansiklopedicilik de rağbet görmeye başlamış ve bilgiye dayalı mensur eserler kültür hayatındaki yerini almıştır.
Arap Şiirinde hayal dünyasına bağlı ve gerçek dünyaya ait hususiyetleri yansıtmayan anlayış 10. yüzyılda devam ederken Arap yarımadasındaki siyasi karışıklıklar ve Anadolu ile çevre coğrafyalar üzerinden gelen batı kültürüne dair hümanizm gibi çeşitli dünya görüşleri, Arap dünyasında kültür hayatının sorgulanmasını beraberinde getirmiştir.
12. ve 18. Yüzyıl Arap Edebiyatı
12-18. yüzyıllar arasında Arap halkı devlet yapılarında değişimleri ve hesaplaşmaları yaşamıştır. Bu dönemde Selçuklu Devleti, kavmiyetçi yapıyı dağıtmış ve egemenliğini kurmuştur. Şiilik gerilemiş ve özellikle Mısır’da Sünnilik güç kazanmıştır. Haçlı birliklerinin seferleri de bunlara eklenmelidir. Tüm bu faktörler neticesinde edebiyat dünyasında bir içe kapanma görülür. Klasik yapıya dönme, aşırı şekilcilik ve kendi kendini tekrarlama bu dönem edebiyat anlayışını gösterebilecek ifadelerdir. Ancak, ilerleyen süreçte ansiklopedi alanında yapılmaya başlanan çalışmalar, İbn Batuta gibi seyyahların gezi yazıları ile ortaya konan bazı eğitim amaçlı eserler, kültür hayatındaki durgunluğu ve kendini tekrarı bir nebze dağıtır. Napolyon Bonaparte’ın askerî seferi, bu sefer ile gelen batı medeniyetine ait ilim ve teknik alanındaki bilgiler, bu medeniyetin sınırlı da olsa tanınmaya başlanması, Arap dünyasında Uyanış (el-Nahda) hareketinin başlamasını sağlamıştır. Bilhassa Mısır’da yönetimin de önderliğinde kitaplıklar ve batılı sistemde okullar kurulmuş, teknik konudaki eserlerin tercümesine başlanmıştır. Arapçada dil anlamında öz yapının savunulması ile batıya göç eden bazı Arapların burayı tanıyarak eserler yayımlaması, bu hareketin güçlü bir şekilde devam etmesini sağlamıştır.
19. Yüzyılda Arap Edebiyatı
19. yüzyılda batı karşısında, teknik alandaki gelişmeler neticesinde, geriye düşmeye başlayan Arap dünyası, Cemalettin Afgani ve Muhammet Abduh gibi İslami yaşam tarzından uzaklaşmadan yenileşmeyi savunan düşünürleri yetiştirmiş ve kültür hayatının şekillenmesi neticesini doğurmuştur. Bu dönemde Arap aydınları, laik ve maddeciliğe önem veren batı kültürü ile gelenekten gelen ve güçlü bir dinî yaşama tarzının etkisinde şekillenen hayat tarzının arasında kalmış, bu çatışmayı tüm derinliğiyle hissetmişlerdir.
20. Yüzyılda Arap Edebiyatı
Dünya Savaşı’nın ardından bağımsızlık hareketlerini tatmış ve liberalizm ile dincilik arasındaki çatışmayı yaşayan Arap edebiyatı da bu alandaki sorunları ele almaya başlamıştır. Bu yıllardan itibaren natüralizm ve realizm gibi edebi akımların edebiyat dünyasındaki etkilen de görülmeye başlanmıştır. Düşünsel alandaki tartışmalar da deneme türünün gelişmesine fırsat tanımıştır.
Dünya Savaşı’nın ardından batılı edebiyat anlayışını benimseyen, bilhassa, Mısırlı birçok sanatkâr ortaya çıkmıştır. Yeni tekniklerin eserde kullanılmasını savunan bu dönem aydınları, klasik kültüründe hâlâ kuvvetle hissedildiği bir ortamı yaşamışlardır. Roman, geleneksel edebiyat anlayışından gelen zevk dünyasının tesiriyle, yeterli bir edebî tür olarak görülmemiş ve kısa hikaye daha çok rağbet edilen bir edebî tür hâline gelmiştir.