Amerikan Edebiyatı
Amerikan Edebiyatının Oluşumu ve Genel Özellikleri
Kökleri 17. yüzyıla dayanan Amerikan edebiyatı; ülkenin kurulduğu coğrafya, endüstriyelleşme ve sanayileşme, kendine özgü siyasi gelişmeler ve dünya kültürleri ile olan etkileşimler bağlamında diğer pek çok edebiyattan farklı konu ve tema gelişimi göstermiştir. Amerika kıtasının keşfi, yeni bir coğrafya, yeni dünyadaki kendine özgü gelişme imkânı, sömürge akınları kapsamında dünyanın geri kalanında az bilinen pek çok farklı ülke ve kültürlerin tanınması, federal ve demokratik idare sisteminden gelen toplumsal yapı, ülkenin kuruluşu ile başlayıp sonraki yüzyıllarda da kuvvetle devam eden İngiltere özelinde Avrupa kıtası ile etkileşim, kıtanın yerlileri ile yaşanan mücadeleler ve farklı kültürel deneyimler, keşfedilen Amerika kıtasındaki idare boşluğundan doğan ve sanayileşme eliyle bu büyük coğrafyaya hükmetme fırsatı neticesinde sosyopsikolojik yapıya yerleşen özgürlükçü anlayış vb. söz konusu edebiyat anlayışını farklı şekilde etkileyen unsurlardan bazılarıdır.
Sömürgeleşme dönemi ile başlayan Amerika edebiyatı tarihi, bu faaliyetlerin hatıra ve hikayeleri ile şekillenen ilk yazılı eserlerle başlar.
Önemli kısmı İngiltere’den göç etmiş olan bu yazarlardan bazıları: John Smith, Roger Williams, John Eliot…
1775-1783 yılları arasında Büyük Britanya ve Amerika kıtası kuzey kolonileri arasında yaşanan, sonucunda Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulmasını sağlayan Bağımsızlık Savaşı, edebiyat dünyasında yurtseverlik ve siyaset konularının işlenmesini beraberinde getirmiştir. Joel Barlow 1807’de son şeklini verdiği The Vision of Colombus (The Columbiad) adlı Amerika’nın ilk destanını bu dönemde kaleme almıştır, ilk ulusal ezgi olan Hail Columbia Joseph Hopkinson tarafından 1798’de bestelenmiştir.
1850’lerde eserlerini veren Amerikalı edebiyatçılardan en önemlisi The Raven (Kuzgun) şairi Edgar Allan Poe’dur. Bu dönemde Amerika’nın kendine özgü edebiyatının oluşmaya başladığını gösteren eserler verilmiştir. Walt Whitman Leaves of Grass adlı eserinde, şiirin teknik özelliklerine ait olan kafiye ve ritmi devre dışı bırakmıştır. Emily Dickinson özgün imgelerle kısa şiirler yazmıştır. Roman türünde de son derece verimli olan bu dönemde, mizahi bir üslupla ele aldığı gerçekliği eserlerine yansıtan Mark Twain eserlerini vermiştir. Yüzyılın sonuna doğru gerçekçi roman anlayışı daha da artmış ve bu eserler Avrupa’da da ses getirmiştir. Bu eserlerin karakteristiği kısa hacimli ve sadelikle bezenmiş olmalarıdır.
I. Dünya Savaşı’nın ardından gerçekçi edebiyatta da yani realizm etkisindeki edebiyatta ciddi bir gelişme görülür. Artan iktisadi güç, siyasi gelişmeler ve neticesinde askerî müdahaleler ile devam eden savaş ortamı psikolojisi, yazarlarda hiçlik duygusu ve kötümserliği, ardından da şiddet üslubuyla şekillenen eleştiri ortamını beraberinde getirmiştir. Gertrude Stein’in yitik kuşak olarak nitelediği, varoluşu sorgulayan ve kötümser bir bakış açısına sahip olan bu nesil içerisinde eserlerini veren William Faulkner, Ernest Hemingway gibi önemli edebiyatçılar yetişmiştir.
Modern edebiyat içerisinde romancılar; ulusal ve bireysel kimliklerin sorgulanması gibi ortak paydalarda buluşmuşlardır. II. Dünya Savaşı tecrübesini de gören bu dönem edebiyatçıları, savaşın acımasızlığı ve toplumu sevk ettiği umutsuzluğu ele almışlardır. Toplumsal eleştiri de bu dönem edebiyat anlayışında mahfuzdur. Örneğin, James Jones ve Norman Mailer askerî ortamdaki hiyerarşiyi, sivil hayattaki zenci beyaz ikilemini bu eleştirel görüş çerçevesinde ele almışlardır. James Agee, Karl Shaplro gibi bazı şairler yine bu bakış açısına ek olarak endüstriyelleşen ve üretimdeki anormallikle tüketimin artmasını beraberinde getiren dünya düzenine duydukları isyanı şiirlerinde dile getirmişlerdir. William Goyen, James Purdy, William Styron gibi bazı yazarlar da çocukluk anılarını eserlerinde konu edinmişlerdir.
Modern Amerikan edebiyatı adına zikredilebilecek bir diğer husus, insani gerçekliğin edebî eserde gittikçe daha büyük oranda ele alınmasıyla beraber dili de isteğe göre yapılandırılabilen ve çarpıtılabilen bir hale getirmişlerdir. Frank O’Hara, Barbara Guest, Robert Creeley gibi şairler, dili çarpıtma ve farklı kullanma tekniğini bazılarında yapmacık bazılarında ise gerçekten estetik yapıya uygun, doğal bir hâlde kullanmışlardır.