Bin Hüzünlü Haz Romanının Özeti
Bin Hüzünlü Haz Romanının Özeti
Bir hikâyenin yazılış öyküsünü anlatan romanın iki ana kahramanı vardır: yazar-anlatıcı ve Alaaddin. “Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor.” diye söz başlayan Alaaddin, kargaşanın ve suçun hâkim olduğu şehrin sokaklarında suça bulaşmış insanları arayarak onlarla karşılaşmayı ister. Ancak bu arzusunu bir türlü gerçekleştiremez. Alaaddin eve dönerek TV’de şiddet içerikli haberleri, insanı baskı altına alan insanın, iç dürtülerini harekete geçiren reklamları ve iyilik ile kötülüğün başarısız bir senaryoyla işlendiği kötü bir filmi sıkılarak izler. Alaaddin’in gözünde dünya bütün cazibesine rağmen yaşanabilir bir yer olmaktan çıkmış, hayatın akıl almaz derecede oyuna dönüştüğünü, çeşitli suçların işlendiği acayip bir yer hâlini almıştır. “…soluk renkli bir dünyaya diye konuşmasını sürdürüyordu Alaaddin.” cümlesiyle konuşan kişinin Alaaddin olmadığı aslında yazar-anlatıcı tarafından anlatılan bir roman kişisi olduğu anlaşılır. Yazar-anlatıcı hikâyesinin ana kahramanı olan Alaaddin’i kaybeder ve aramaya başlar.
Yazar-anlatıcı kaybettiği Alaaddin’le neler yapacaklarıyla ilgili hayaller kurmaya devam eder. Terasa çıkarak Alaaddin’in sesini dinler, onu görebilmek için çok aşağılarda kalan şehre doğru sık sık başını çevirip heyecanla bakar. Onun yokluğunu unutmak için uzun uzun komşu terasları seyreder, bunu bir eğlenceye dönüştürür ve gördükleri hakkında kendi kendine birtakım şeyler mırıldanır. Yazar-anlatıcı, Alaaddin’i aramaya başlar ve onun bulunabileceği yerlere gider. Şehrin karanlık sokaklarında dolaşırken karşısına papyonlu bir garson çıkar. Alaaddin’in MOTEL ROM denen bir yerde olduğunu söyler. Motelde otelin sahibesiyle karşılaşır. Yazar-anlatıcı, kadına Alaaddin’i sorar.
Yaşlı kadından bir şey öğrenemeyen yazar-anlatıcı sokaklarda gezmeye devam eder. Haftalarca, yıllarca Alaaddin’i arar. Onu artık şehirde bulamayacağını düşünen yazar-anlatıcı şehri arkasında bırakarak Asip Dağı’nın tepesinde bulunan kaleye doğru yol alır. Aklından geçen şeyi bulmuş gibi hızlı hızlı yürürken kale ve dağ birden kayboluverir. Kendisini bir türbenin yanında bulur. Türbeye bakınca tuhaf bir yolculuğa çıktığını, yüzlerce yıl durup dinlenmeden yürüdüğünü, arkasında birçok ülke, şehir köy, vadi, dağ ve nehri bıraktığını anlar. Düşüncelere dalan yazar-anlatıcı kendisini ucu bucağı gözükmeyen bir ormanın kıyısında bulur. Alaaddin’i bulmak için ormanda yolculuğa çıkar. Bu yolculukta daha önce okuduğu kitaplardaki hikâyeler, bu hikâyelerin kahramanları, masallar, masal dünyasının olağanüstülükleri vardır. Ormanın (zihnin) içinde ilerledikçe beyaz pabuçlar, külahlar, kılıç artıkları ile ne olduğunu anlayamadığı bir sürü eşya görür. Masal kahramanlarıyla karşılaşır.
Yazar-anlatıcı sözü Alaaddin’in hikâyesine getirir. Aladdin’in mahzende gizlenişi ve saraydan kaçışıyla ilgili olasılıkları düşünür. Bunları hikâyesinde nasıl anlatacağını okurla paylaşır. Yazar-anlatıcı hikâyesini yazacağı bir kahraman bulmak için kendisini bazen çevrelerine yaşama sevinci saçan ya da çevrelerindeki yaşama sevincini yok edecek kadar hüzünlü gözüken güzel insanlarla birlikte hayal ettiğini, bazen nerede olduğu bilinmeyen dev bir kütüphanenin içinde yaşadığı romanı arayan yarı deli bir roman kahramanı gibi kaybolmuş hissettiğini dile getirir. Hikâyesini yazmak için kendini araştırmaların, kovalamacaların, fedakârlıkların, bilmecelerin, keşiflerin ve serüvenlerin içinden geçip salaş sokakların karmaşasına attığını ve aradığı kahramanı Asip Dağı’nın eteklerindeki türbenin önünde bulduğunu anlatır. Böylece “Bin Hüzünlü Haz” adlı roman, hikâyesinin kaybolan kahramanını arayan bir yazarın hikâyesine dönüşerek iç içe iki metin hâline gelir.
Bin Hüzünlü Haz Romanı Hakkında Bilgi
“Bin Hüzünlü Haz” romanı bir yazarın hikâyesini kaleme alırken neler düşündüğünü, hissettiğini, eserini nasıl kurguladığını anlatan bir eserdir. Bu bakımdan roman türünün bilinen ve kabul gören yapısından farklı özellikler taşır. Bu ve benzeri romanlarda bilindik bir olay örgüsü, zaman ve mekân kurgusu, şahıs kadrosu, bakış açısı ve anlatıcı, tematik kurgu ve dil kurgusu yoktur. Bazı yazarlar, roman türünün temelini oluşturan bu yapısal unsurları değiştirerek metinler arasılık ve üstkurmaca gibi yeni tekniklerle eserlerini kaleme alırlar.
Üstkurmaca, genel anlamıyla, romandaki evrenin, kurmaca olduğunun açıkça vurgulanmasıdır. Üstkurmaca farklı şekillerde düzenlenebilir. Metnin yazılış sürecini ya da bir başka edebî metni kısmi olarak ana metnin içine yerleştirme üstkurmacanın en bilindik yöntemidir. Okuduğunuz metinde, yazarın bu yönteme başvurduğu görülür. Metnin yazılış sürecini ana metin, Alaaddin’in öyküsünü ise alt metin olarak kullanır. Böylece iç içe geçmiş iki ayrı metni bir arada kurgular. Yazar, üstkurmaca tekniğiyle “Oduncu Baba”, “Kırmızı Başlıklı Kız” gibi masalları da romanın bir parçası hâline getirir. Anlatıcı dokuz bölümden oluşan romanın birinci bölümünde Alaaddin, diğer bölümlerde yazar-anlatıcı olarak karşımıza çıkar. Çoğulcu bakış açısıyla yazılan bu romanda birden fazla anlatıcı kullanılmış ve yazar-anlatıcı romanın bir kahramanı olarak belirginleştirilmiştir.
Hasan Ali Toptaş, bir röportajında “Bin Hüzünlü Haz” adlı romanında edebiyat dünyasında gezintilere çıktığını söyler. Bu gezinti, Doğu masallarından, Batı masallarına, oradan çağdaş romanlara, içinde bulunduğu çağın kaosuna, birçok kavrama ve mekâna yapılan bir gezintidir. Toptaş’a göre yazdığı bu roman, olabilirlikleri yoklaya yoklaya, belirsizliğin bilgeliğine soyunmuş bir romandır. Zamanlar, mekânlar, nesneler bir yığın gibi görünse de hiçbir şey rastgele değildir. Romanın amacı, gerçek dünyayı yansıtmak değildir, kelimelerle yeni bir dünya kurmaktır.
Roman kahramanlarından Alaaddin, küresel yozlaşma karşısında iyice daralmış insanları simgeler. Okuduğunuz romanda çizgisel zaman anlayışı olmadığı için düş ve gerçeği iç içe geçiren bir zaman anlayışı söz konusudur. Romanda imgesel bir anlatımla karşımıza çıkan “MOTEL ROM” ve orman mekânları ise roman geleneğini karşılar. Geleneksel anlamda düzenli ve kronolojik bir olay örgüsü olmayan romanda zaman-mekân bütünlüğü, açıkça iletilmeye çalışılan bir mesaj söz konusu değildir.
Türk edebiyatında Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay çizgisinde gelişen bu roman anlayışı 1980’li yıllardan sonra iyice yaygınlaşır. Hasan Ali Toptaş, Metin Kaçan, Bilge Karasu, Orhan Pamuk gibi yazarlar bu tür romanlar kaleme almışlardır. 1980’den sonra Türk edebiyatında geleneksel ve modern romanların yanı sıra farklı tekniklerin kullanıldığı romanlar da belirgin bir şekilde görülür.