Mezopotamya Medeniyetleri
Mezopotamya Medeniyetleri
En genel tanımlamasıyla Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan verimli havzayı ifade eden Mezopotamya ilk medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Mezopotamya kendi içinde iki bölümden oluşmaktadır. Yukarı Mezopotamya: Anadolu’da Toros dağ silsilesinin güneyi (Güneydoğu Anadolu) ile başlayıp günümüz Irak’ının başkenti Bağdat’a kadar uzanan topraklardan oluşmaktadır.
Bu kısımda Eskiçağ Mezopotamya medeniyetlerinden sadece Asurlular varlık göstermiştir. Bu nedenle bu kısım “Asur Bölgesi” olarak da adlandırılmaktadır. Aşağı Mezopotamya: Bağdat’tan başlayıp Basra Körfezi’ne kadar uzanan toprakları ifade etmektedir. Sümerler başta olmak üzere, Akadlar, Babiller ve Elamlar bu kısımda varlık göstermiştir. Bu nedenle burada kurulan medeniyetlerden hareketle “Sümer Ülkesi” veya “Babil Ülkesi” gibi isimlerde almaktadır.
Mezopotamya Sözcüğünün Kökeni
Mezopotamya, adını Grekçe kökenli “Mésos” (orta) ve “Potamos” (ırmak) sözcüklerinin bir araya gelmesiyle meydana getirilmiş bir addır. Bu bölge, Güneydoğu Anadolu içinde yer alan Fırat ve Dicle ırmaklarının meydana getirdiği bir arazi parçasını kapsar.
Mezopotamya yöresi, tarih boyunca uygarlıkların ortaya çıkışına ve yok oluşuna şahitlik etmesi sebebiyle dünya uygarlıklarının beşiği olarak kabul edilir. Bu topraklar, bereketli toprakları ve uygun iklim koşulları sayesinde binlerce yıl boyunca insan yerleşimine ev sahipliği yapmış ve birçok istilaya maruz kalmıştır. Bu bölgede, bilinen ilk okuryazar toplulukların ortaya çıktığı ve geliştiği gözlemlenmiştir.
Coğrafi olarak Fırat ve Dicle nehirlerinin Basra Körfezi’ne döküldüğü verimli bölge için kullanılır. Mezopotamya’da bilinen ilk medeniyet Sümer uygarlığıdır. Mezopotamya, istilalara açık bir coğrafya olmasının sonucu birçok uygarlığa beşiklik etmiştir. MÖ 4000’lerde Mezopotamya’da elde edilen buluntuların benzerlerine MÖ 5000’lerde Orta Asya’da da rastlanılması Mezopotamya uygarlıklarının öncüsü Sümerlerin de Mezopotamya’ya Orta Asya’dan geldiklerini göstermektedir.
I. Mezopotamya; Toroslardan Basra Körfezi’ne kadar Dicle – Fırat nehirleri arasında kalan sulamaya elverişli verimli alanlar için kullanılan kavramdır.
II. Kullanılan malzemenin (kerpiç – tuğla) dayanıklı olmaması ve istilâlara maruz kaldığı için günümüze dek kalıcı eserler ulaşmamıştır.
Bölge eski dönemlerden itibaren önemli bir yerleşim merkezi olup birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Mezopotamya’da gelişmiş bir mimari olmasına rağmen günümüze fazla sayıda eser ulaşmamıştır. Bunun başlıca nedenleri bölgedeki yapıların toprak ve kerpiçten yapılması ve bölgenin çok sık istilaya uğramasıdır. Doğu Anadolu’dan kaynağını alan Fırat ve Dicle Nehirleri Basra Körfezi’nde akmaktadır. İki nehrin birleştiği noktaya Şattülarap denilmiştir.
Mezopotamya, çeşitli medeniyetlerin etkileşimi ve kültürel bir sentez yaratmasıyla da dikkat çekmiştir. Bu bölgede bulunan şehir devletleri, ticaret yollarının kesiştiği stratejik konumu sayesinde farklı kültürlerin buluşma noktası olmuş ve bu kültürler arasında bilgi ve fikir alışverişi sağlanmıştır. Bu da Mezopotamya’yı bir entelektüel merkez haline getirmiştir.
Mezopotamya’nın tarih sahnesindeki önemi sadece medeniyetlerin doğuşuyla sınırlı değildir. Aynı zamanda bu bölge, tarım tekniklerinin gelişmesi ve sulama sistemlerinin kullanılması gibi alanlarda da öncü olmuştur. Tarıma dayalı ekonomik sistemi ve gelişmiş sulama teknikleri, Mezopotamya’nın nüfusunu besleyerek şehirlerin büyümesini sağlamış ve sosyal yapıların oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Mezopotamya bölgesi, medeniyetlerin doğuşuna ve çöküşüne şahitlik eden bir yerleşim alanı olmanın ötesinde, köklü medeniyetlerin beşiği olarak önemli bir konuma sahiptir. Bu topraklar, tarih boyunca birçok önemli medeniyete ev sahipliği yapmış ve dünya kültür ve medeniyetinin temelini oluşturmuştur.
Mezopotamya Bölgesinin Önemi Nedir
Mezopotamya bölgesi, tarih boyunca farklı coğrafyalardan bölgeye yapılan göçlerin etkisiyle siyasi bir karmaşaya sahne olmuş olsa da, bu durum aynı zamanda bölgenin kültürel mirasını da zenginleştirmiştir. İnsanlar, buzul çağının sona erdiği ve daha ılıman bir iklimin hakim olduğu güney bölgelere göç etmeye başladıkları dönemde, özellikle Mezopotamya’da yerleşim yerleri kurmaya başlamışlardır. Bu göçlerin ardından, Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular gibi büyük medeniyetler Mezopotamya topraklarında yükselmiş ve dünya tarihindeki en köklü medeniyetlerin temellerini atmışlardır.
Mezopotamya’nın tarihinde, bu göç dalgalarının ve yerleşimlerin yanı sıra tarımın da büyük bir önemi vardır. Buzul çağının sona ermesiyle birlikte, insanlar kuru tarıma başlamış ve bölgedeki bereketli topraklardan en iyi şekilde yararlanmışlardır. Mezopotamya’nın verimli toprakları ve uygun iklim koşulları, tarıma dayalı ekonomilerin gelişmesine ve nüfusun artmasına katkıda bulunmuştur. Bu durum, bölgedeki yerleşimlerin ve şehirlerin büyümesini tetiklemiştir.
Mezopotamya’nın bu dönemdeki kültürel gelişimi de dikkate değerdir. İnsanlar, tarımsal faaliyetlerle birlikte sulama sistemlerini kullanmaya başlamış ve su kaynaklarının etkin bir şekilde yönetimi konusunda önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Bu, tarım verimliliğini artırmış ve bölgedeki kültürel gelişime ivme kazandırmıştır.
Mezopotamya’da ortaya çıkan büyük medeniyetler, kültürel miras açısından da benzersiz bir zenginliğe sahiptir. Sümerler, çivi yazısını icat ederek dünya tarihindeki yazılı belgelere ilk adımları atmışlardır. Akadlar, büyük bir imparatorluk kurarak bölgede siyasi ve ekonomik güç elde etmişlerdir. Babiller ise ünlü Babil Kulesi ve Hammurabi Kanunları gibi yapıtlarıyla tanınırken, Asurlular heykeltıraşlık ve arkeoloji alanında büyük bir ilerleme kaydetmişlerdir. Bu medeniyetlerin sanat, edebiyat, matematik, astronomi, tıp ve hukuk gibi alanlarda yaptığı çalışmalar, Mezopotamya’nın kültürel mirasının temel taşlarını oluşturmuştur.
Ayrıca, Mezopotamya’nın coğrafi konumu, ticaret yollarının kesiştiği stratejik bir noktada olması nedeniyle farklı kültürlerin buluşma noktası haline gelmiştir. Bu durum, bölgede farklı etnik grupların, dillerin ve dinlerin bir arada var olmasına ve kültürel bir senteze yol açmıştır. Mezopotamya, bu kültürel etkileşimlerin sonucunda kozmopolit bir yapıya sahip olmuş ve entelektüel bir merkez haline gelmiştir.
Mezopotamya’da Kurulan Devletler, Mezopotamya Medeniyeti Milletleri
Genel olarak günümüzdeki Irak sınırları içinde bulunan Fırat ve Dicle Nehirleri arasındaki bereketli topraklar, “Mezopotamya” sözcüğü Eski Yunanca, iki ırmak bölge olarak anlamlandırılmaktaydı. Yer altı ve üstü kaynaklardan yoksun olan bu topraklar, Fırat ve Dicle’nin beraberinde getirdiği alüvyon toprakları nedeniyle bereketli hale gelmiştir. Farklı alanlardaki eksikliklerini komşu ülke ve medeniyetlerle ithalat ve ihracat yaparak tamamlamışladır.
Kuzey ya da Yukarı Mezopotamya (Bağdat’ın kuzeyi) Akad, Asur ve Mitannilere; Güney Mezopotamya ya da Babilonia,
Sümerler
Sümerli insanların hangi bölgeden ve ne zaman Mezopotamya’ya geldikleri kesin olarak kanıtlanamamıştır. MÖ 3000’li yıllarda Sümerlerin Mezopotamya’nın güney bölgesinde ileri düzey bir medeniyet oluşturdukları ve çeşitli şehir devletleri kurdukları bilinmektedir. Yazının 3200 yılında kullanılmaya başlanmasına rağmen ancak 60 ) yıl sonra, 2600 civarında, tarihsel yazıtlar kullanılmaya başlanmıştır.
Akadlar
2350 civarında Sümer medeniyetinin kuzeyindeki Akad ülkesinin kralı Sargon, Umma kralını yenerek Sümer ülkesine hâkim oldu. Sargon, torunu Naram Sin ve diğer ardılları, krallığın sınırlarını Suriye, İran ve Anadolu içlerine kadar genişleterek tarihteki ilk imparatorluğu kurdular.
Amurlular
Amurrular, Suriye çöllerinde yaşayan yarı göçebe gruplardı. Sümerler, Amurruları çadırlarda yaşayan, çiğ et yiyen barbarlar olarak betimlerler. Amurrular XXI. yüzyılın sonlarına doğru muhtemelen Suriye bozkırlarındaki kuraklık nedeniyle Mezopotamya’ya göç etmeye başlamış ve III. Ur Hanedam’na son vererek bölgede hâkimiyet kurmuşlardır
Babiller: (Eski Babil Dönemi)
Amurrular, Ur Hanedanı’nın yıkılmasından yaklaşık yüz yıl sonra Babil’de bir krallık kurdular. Babil’deki Amurru Krailığı’nın en meşhur kralı, Hammurabi (1792-1750), 1760’larda Güney Mezopotamya’yı birleştirerek krallığı büyük bir imparatorluk hâline getirdi. Bununla beraber Hammurabi büyük bir fatihten ziyade bir kanun koyucu olarak bilinir. Hitit Kralı I. Murşili, 1595 yılında Babil’i fethedip yağmaladı ve Babil Krallığı’na son verdi.
Asurlular ( Eski Asur Dönemi)
Asur, Dicle’nin batı kıyısında önemli bir kentti. III. Ur Hanedanı’nın yıkılmasının ardından bağımsızlığını kazanan kent, Kuzey Mezopotamya’da önemli bir güç hâline gelmiştir. Asur; İran, Güney Mezopotamya ve Anadolu’daki beyliklerle ticari ilişki içine girmiş ve Anadolu’da çok sayıda karum (ticaret kolonisi) ve vabartum (wabaratum) (küçük konaklama yerleri) kurmuştur. Anadolu’daki en önemli karum Kayseri, Külte pe yakınlarındaki Kaneş’te idi. Amurru etnik kökenli I. Şamsi Adad (1796-1775), Eski Asur Krallığı’nı büyük bir güç hâline getirmiştir. Ölümünden kısa bir süre sonra, 1763 yılında, Eski Asur Krallığı son bulmuştur.
Aramiler
Yaklaşık 1100’den itibaren göçebe yaşayan Aramiler, Kuzey Suriye’den Mezopotamya’ya girmeye başladılar. Şehirlere saldırmalarına rağmen kendilerinden önceki Amurruların tersine şehirleri ele geçiremediler ve kırsal alanlara yerleştiler. Bununla beraber, Kuzey Suriye’de çok sayıda şehir devletleri kurdular. Asurlular Arami şehir devletlerini IX. yüzyıldan itibaren fethetmiş ve Aramileri zorunlu göçlere tabi tutmuşlardır. Bunun neticesinde Aramicenin kullanımı yaygınlaşmış ve I. bin yılda Doğu dünyasının en önemli dili hâline gelmiştir.
Mezopotamya Medeniyetlerinde Önemli Yerleşim Yerleri
Güneydoğu Anadolu’da bulunan Çayönü (Diyarbakır-Türkiye) ve Göbekli Tepe (Şanlıurfa-Türkiye) gibi yerleşim bölgeleri, Mezopotamya’nın Neolitik dönemindeki önemli yerleşim alanları arasında yer almaktadır. Bu yerleşim bölgeleri, medeniyetlerin yaşam tarzlarını ve teknolojik ilerlemelerini izleyebilmek açısından büyük bir öneme sahiptir.
Çayönü, Neolitik dönemde yerleşik tarıma geçişin izlerini taşıyan bir arkeolojik sit alanıdır. Burada yapılan kazılar, insanların avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarıma geçiş sürecini göstermektedir. Çayönü’nde bulunan kalıntılar, tarımsal üretim için kullanılan araç ve gereçlerin, hayvan evcilleştirme tekniklerinin ve çömlekçilik gibi becerilerin geliştiğini göstermektedir. Ayrıca, bu bölgede bulunan yerleşimler, sosyal yapıların oluştuğu ve toplumsal düzenlemelerin başladığı bir merkez niteliği taşımaktadır.
Göbekli Tepe ise Mezopotamya’nın en eski tapınak kompleksi olarak bilinir ve dünya çapında büyük ilgi uyandırmaktadır. Bu arkeolojik alan, dikili taşlarla inşa edilen devasa tapınak yapılarıyla dikkat çekmektedir. Göbekli Tepe’nin keşfi, Mezopotamya’daki insanların sosyal ve dini organizasyonlarını anlama konusunda önemli bir yol açmıştır. Burada bulunan kabartmalar ve figüratif sanat eserleri, o dönemdeki inanç sistemleri ve toplumsal yapılar hakkında ipuçları sunmaktadır. Ayrıca, Göbekli Tepe’deki arkeolojik buluntular, bu bölgenin avcı-toplayıcı toplumdan yerleşik tarıma geçişin başladığı yerlerden biri olduğunu göstermektedir.
Çayönü ve Göbekli Tepe gibi Mezopotamya’daki bu önemli yerleşim bölgeleri, medeniyetlerin gelişim süreçlerine ışık tutmaktadır. Bu arkeolojik sit alanları, insanlığın yerleşik tarıma geçişinden sosyal yapıların oluşumuna kadar uzanan süreci gözler önüne sermektedir. Ayrıca, bu bölgelerde yapılan kazılar ve buluntular, Neolitik dönemdeki teknolojik ilerlemeleri, kültürel değişimleri ve inanç sistemlerini anlama konusunda önemli bir kaynak teşkil etmektedir.