Mevlana Celaleddin-i Rumi

Mevlana’nın Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri

      Mevlana’nın soyu bugün Afganistan ve Özbekistan sınırlarının kesiştiği alanlarda bulunan Belh şehrine dayanmaktadır. Kendisi de bu şehirde dünyaya gelmiştir. Belh şehri, Horasan’ın önemli yerlerinden biridir. Merv, Nişabur, Herat ve Belh şehirlerinden oluşmaktadır Horasan. Bu bölge İslam dininin kabulüne kadar Türklerin hakimiyetinde bulunmuş ve 13. asrın başlangıcından Moğol istilasının yaşandığı dönemde; Türk, Arap ve Fars kültürlerinin etkileşiminde olmuştur Horasan.

      788 yıl önce bir güneş gibi – başka bir alemi aydınlatmak üzere batan- Mevlana; kitapları, düşünceleri, kendisinden sonra izinde yürüyenlerle 700 yıldan beri Türklük, İslamlık hatta insanlık dünyasına büyük hizmetler ifa etmektedir.

     Türk büyüklerinden birçoklarının yaşayışı belli olmadığı halde Mevlana, başta oğlu Sultan Veled olmak üzere Sipehsâlar ile onun oğlu, Eflâki dedenin Ariflerin Menkabeleri, onun kısaltılmışı Sevâkıb-ı Menâkıb, bunun Türkçe tercümesi, daha sonraları bu temel kitapları örnek tutarak meydana getirilen diğer eserler dolayısıyla Mevlana’nın yaşayışını genişçe bilmekteyiz.

       Daha sonraları doğu dillerinde yazılan bu kitaplar Batı dillerine de çevrilmiş, bilhassa CI. Huart tarafından Ariflerin Menkabeleri “Les Saints des Derviches Toumeure” adı ile 1918’de birinci, 1922’de ikinci cildi yayımlanmak suretiyle Batı dünyası Mevlana’yı iyice tanıdığı gibi diğer bir eserimizde bu konuda geniş bilgi verdiğimiz diğer Avrupalı yazarlar Mevlâna’yı kendi hemşehrilerine tanıtmışlardır.

           Mevlana XIII. Yüzyılda bir Türk hükumetinin, Harzemşahlar ülkesinin Başşehri Belh’de doğmuştur. Babası, annesi ve kardeşi ile beraber uzun bir yolculuktan sonra Konya’ya gelip yerleşmiş; 50 yıla yakın bir müddet kaldığı Konya’da çevresine ışık saçmıştır.

        Kara taassup içinde kıvranan batılılar, haçlı seferleri adı ile kurdukları birçok uluslardan toplanmış orduları ile Küçük Asya topraklarından geçerken buralardaki Türk halk ile ekinlere, hatta yapılara büyük zarar vermişlerdir.

Halk bu acılan henüz unutmamışken Mevlana’nn bütün insanları kardeşliğe çağıran manzumeleri, önce Camilerde verdiği öğütlerde – ki bunlar “Mecâlis- i Seb’a” Mevlana’ın Yedi Öğüdü adıyla tarafımdan bastırılmış, böylelikle halka kin, intikam duygulan değil, kardeşlik, barış içinde yaşama usullerini anlatmıştır.

Mesela bir gazelinde şöyle der:

Yetmiş iki millet kendi sırrını bizden dinler; Biz iki yüz millet ve mezhebi tek perdede birleştiren ney gibiyiz”

Yine bir başka gazelinde şöyle söyler:

“Pergel gibi bir ayağımla şeriat üstünde sağlamca durduğum halde, diğer ayağunla yetmiş iki milleti dolaşıyorum.”Bu cümleler, onun ne kadar evrensel bir düşünceye sahip olduğunu gösterir”

      Mevlana’nın bu inancı, dünya işlerine değer vermekle beraber ondan kaçınması, para gibi insanları küçülten şeylerden tertemiz kalışı, ona karşı beslenen sevgiyi, saygıyı artırmıştır. Mevlana’nın büyük değer verdiği şeylerin başında akıl ve terbiyedir gelmektedir.Daha Mesnevisinin başında Allah’tan edep, terbiye isteyelim, edebi olmayan kişi, Allah’ın inayetlerinden mahrum kalır.

         O derecede şöhreti, ünü yayılmıştı ki o arlık yalnız Selçuklu devletinin sınırlan arasında kalmayarak Bizans’tan tâ Semerkand’a kadar bütün İslâm memleketlerinde biliniyor, seviliyordu. Zaten o tarihte Asya saltanatlarının başında Türkler bulunuyordu. Farsça yazmış olmasına rağmen bütün aydınlar bu dili iyi bildikleri için Mevlana’nın eserlerini asıl kaynağından okuyabiliyorlar; ondan zevk, şevk, şetaret duyuyorlardı. Farsça bilmeyen asıl halk tabakasına ise Mesnevihan, (Mesnevi okuyan) adındaki Türk bilginleri onu kürsülerden, minberlerden halka anlatıyorlardı.

         Mevlana koyu bir Müslüman olup, Hanefi mezhebinde idi. Gerçi bu büyük insan başkaları gibi taklit derecesinde kalmayarak tahkik, yani bir sorunun ta içine kadar inmiş bir kişi idi. Nitekim el-Cevâhiru’l Mudi’a fi TabakâU’l-Hanefiyye ile Tâcü’l-Terâcîm gibi Hanefi mezhebinde Fakih olan kişilerin adlarını bildiren kitaplarda Mevlâna ile oğlu bu meslekteki yücelerin Önemlileri arasında sayılmaktadır.

      Mevlâna’mn eserleri arasında en önemlisi şüphe yok ki Mesnevi’dir. Yazıldığı günden beri bütün insanlığı ilgilendiren, hatta aradan 700 yıl geçmiş olmasına, bütün dünyada birçok büyük filozoflar, ahlakçılar, şairler gelmiş olmasına rağmen Mevlana’nın fikirleri, eserleri, etkilerinin hâlâ tazeliğini korumuş olması, bu büyük insan için daha fazla söz söylemekten bizi ahkoyar.

        Mevlana’nın kişiliğinden başka diğer bir niteliği de onun adına kurulmuş olan Mevlevilik denilen bir yol, eski deyimi ile Mevlevi tarikatı, incelemeye hak kazanmış önemli bir Türk tasavvuf yoludur. Sema’ denilen, özel bir giyşi giyerek dönmekten İbaret olan dönüş, aslında Şaman inancındaki Türklerin ayininden ibarettir. Arapça sözlüklerde çalgı çalarak dönme anlamına gelmeyen bu kelimeyi; Anadolu’da halk, “semah” şeklinde söylemektedir.

Eskiden Çarşamba günleri Güveyinin evinde gece yapılan çalgılı, oyunlu eğlenceye semah dedikleri gibi Medreselerde dere kesiminde gece yapılan çalgılı, oyunuu eğlenceye de semah denilirdi. Ibn-i Baiuta’run Gezi kitabında gördüğümüz gibi sema’ yalnız Mevlevilere ait olmayıp belki Türklerin geliştirdikleri Ahilikte de mevcut idi. Türk ülkelerinde yapılan sema’m Türklere ait olduğunu açıkça gösterir. İşte Mevlana sema’, musiki, şiir gibi 3 esaslı terbiye yolu ile kendi yoluna girmiş olanların eğitimini yapmıştır.

         Çille denilen 1001 gün, zahmetti işler görmek daha doğrusu çok zengin, yahut çok yüksek bir kişinin oğlu olduğu halde soyunup derviş olmak isteyen, cabir edilen aday, her sabah abdesthaneleri yıkayıp temizlemek, bahçeyi süpürmek, bulaşıkçılık yapmak, dergâha ait odun ve kömür, su gibi şeyleri sırtında taşımak suretiyle gerekliliğinde bir insanın zahmetli bir işi bile yaparak hayatını kazanabileceğini göstermesi bakımından dikkatimizi çekmektedir.

Böyle zahmetlerle yetişmekte olan can, yani aday, okuyup yazma bilmiyorsa bunu Öğrenmeye, biliyorsa ilerletmeye çalışır; kendisine ezan okutturularak sesi öğrenilir; eğer sesi güzel, musikiye kabiliyeti varsa Mevlevi ayinlerini Neyzen başı, Kudumzen başı denilen üstatlardan sırası ile eğitim yapar. Bugün radyolarımızda çalındığından gönüllerimize ferah, sevinç, bazen hüzün veren parçalar, işte bu Mevlevi ocaklarından yetişen dervişlerin eseridir.

         Mevlevi tekkelerinde, yani Mevlevilere mahsus ocaklar iki ana bölüme ayrılırdı. Birisinde çille çıkarılır, diğerinde bu yapılamazdı. Birincisine Âsitane yani Ulu Tekke; diğerine Zâviye, Bucak denilirdi. Sofi tekkesi denilen diğer tarikatların dergahlarında devamlı oturan derviş olmadığı halde Mevlevi dergahlarında kışla gibi daima derviş bulunurdu.

Tekkede kaldığı müddetçe bekar yaşamaya mecbur olan bu ince ruhlu insanlar, boş vakitlerinde kitap yazmak, resim yapmak, cilt, tezhip, saatçilik, minyatürcülük gibi güzel sanatların türlü dallarında, kollarında uzmanlık derecesine yükselirlerdi. Doğu, Batı müzeleri ile kitaplıklarını dolduran, Mevlevi adını kendi adlarına ekleyen büyük sanatçılarımız hep bu yuvalardan, bu ocaklardan, bu bucaklardan yetişmişlerdir.

Eğer onlann adlarını burada sayacak olsak sayfalar yetişmez. Hatta bunlar arasında açık altın renkli sikke, külfihı ile tarihte ün salmış hekimlerimiz vardır. Bursa’daki Yıldırım Bayezid Genel Hastahanesi’nin Başhekimi Ömer Şifai Dede, XVI. yüzyılın Ialrochemİc denilen bugünkü sentetik ilaçların müjdecisi olan Paracelsus’un kitaplarını dilimize çeviren bu büyük hekim* Mürşidü’l- Mubtar fi İlmi’l Esrâr adlı kimyaya dair kitabının başında Konya Mevlevihanesi’nden Çille çıkardığını Övünerek yazar.

       Osmanlı padişahlarının saraylarında Musâhib, Nedim gibi adlarla gece, gündüz devrin hükümdarı ile birlikle bulunan Mevleviler vardır. Müneccim başı Ahmet dede, ki Camiüddüvel isimli Arapça olup aslından şair Nedim İle arkadaşlarının Sahaiful Ahbar diye Türkçeye çevirdiği ünlü tarihin yazan olan Uitfullah oğlu Konya Ercğliii Ahmet dede, başındaki Mevlevi külâhını çıkartmadan IV. Sultan Mehmet’in sarayında musâhiplik etmiştir.

       Gerek Selçuklular zamanında, gerek onlardan sonra hemen bütün Anadolu’daki padişahlar, Mevlana’ya bende olmakla kıvanç duymuşlardır. Eğer bunları bir bir yazacak olsam başlı başına bir kitap olur.

Bir zamanlar başına yemin edilecek kadar Anadolu gazileri arasında şöhret almış bulunan büyük Alp Gazi Aydınoğlu Bahaeddin Umur Paşa, Ege denizinde düşman donanması ile savaşırken düştüğü girdabın alaboranın içinden Mevlana’nın kutsal elle kadırgayı selamet kıyısına çevirdiğini görmüş, bunları bütün yiğit savaş arkadaşlarına söylemiştir.

      İşte büyüklüğünü, yaygın ününü birazcık anlattığımız Mevlana, bütün ülkeler arasında İran’da daha ziyade sevilmektedir. Henüz yurdumuzun başkentinde Mevlana’nın adına açılmış bulvar olmadığı halde Tahran’ın büyük, geniş caddelerinden birisi Hıyabanı Mevlana, Mevlana bulvan diye adlandırılmıştır.

     İngilizler, Avrupa memleketleri arasında Mevlana ile içten ilgilenen bir ulustur. Mesela Tıp Dr. E. G. Browne (1862-1926) ile Mr. A. R. Nicholson o şerefli insanların başında gelmektedir. Mesneviyi en eski, en doğru yazmalardan karşılaştırmak suretiyle büyük zahmetlerle metin halinde 3 büyük cilt (Her birinde 2 defter olmak üzere 6 cilt) bastığı gibi gene 26 bin beyiti olan bu göklere nisbeti olan bittiği zaman İngilizceye döndüren Reynold Aileyne Nicholson (1868-1945) bu büyük işi başarı ile sona erdirdiği gibi aynca her defterde bulunan anlaşılması güç kelimeleri türlü kaynaklara baş vurarak açıklamak suretiyle iki cilt daha yayınlayarak 8 büyük cilt halinde Mevlâna’nın eserini Batı dünyasına, özel olarak dünya yüzünde batı dillerinden en çok konuşulan İngiliz dilini bilenlere Mevlana’nın hazinelerini açmış, o kutsal kaynaktan herkesin kana kana, doya doya içmesini sağlamıştır.

Mevlana’nın Eserleri:

       Mevlana, bütün ömrünü marifet kazanmakla, nefsini kemale erdirmekle, faziletleri aramakla; bu yolun erenleri sermestleri olan kimselere hürmet etmekle, yahut eksik olandan doğru yola davetle bu çığırın isteklilerini uyarmakla ve gerçekleri yaymak ile geçirmiştir.

Hayatı baştan başa çalışıp çabalamanın, manevi eserleri meydana çıkarmanın delilleridir. Bu bakımdan Mevlana’nın eserlerinin sayımını yapmak, işlerini, sözlerini, çağdaşlan bilginlerle ve kendinden sonra gelen sofiler üzerindeki etkilerinin derecesini tanımak güçtür. Yıllarca emek harcamakla da bunun gerçeğine ulaşmak mümkün olamaz.

Mevlana’nın ağzından çıkan sözleriyle şifahen öğrettiklerinin hepsi kaydedilmemiş olduğundan çoğunun kaybolması ihtimali mevcuttur. Türk Edebiyatında musaammat şiir yazan ilk şair Mevlana’dır

Mevlana’nın Divan-ı Kebir’i: ( Mevlana’nın Büyük Divanı)

       Gazel, tercî ve rubailerden oluşmuştur. İlahi aşk, gönül derdi, tasavvufi konular, hoşgörü, sabır ve insanlara yardım konularını ele almıştır. Eserinin diğer adı ‘ Külliyat-ı Şems’tir’. İlahi aşkı yücelterek, mecazi ifadeler ve istiareleri sıkça kullanmıştır. Eğitici ve öğretici gazellerinin büyük bir kısmı da buradadır. Şems-i Tebrizi’ye duyduğu sevginin izlerini burada görmekteyiz.

Mevlana’nın Mesnevisi: ( Hüsamname)

Farsça yazılmış önemli bir eserdir. Bugün dünya dillerinde Kur’an-ı Kerim den sonra  en çok okunulan ve üzerinde en çok araştırılma yapılan Türk-İslam eserlerinin başında gelmektedir. Mevlana bu eserinin sırdaşı ve en yakın arkadaşlarından olan Hüsameddin Çelebi’nin çok istemesi sebebiyle yazmıştır. Eserin ilk 18 beyitini kendisi yazmıştır. Geriye kalan beyitlerini de Hüsameddin Çelebi’ye söyleyerek o yazmıştır. Tamamını ise oğlu olan Sultan Veled yazmıştır.

Kur’an-ı Kerimden, hadislerden, Kelile Ve Dimne’den, Mantıku’t Tayr’dan, Hadîkatü’l- Hakîka’dan kaynak olarak faydalanmıştır.

Osmanlı döneminde Mesnevî’nin tamamını tercüme veya şerh edenler; Sürûrî (öl.1562), Sûdî (16. yy.), Şem’î (öl. 1600’den sonra), İsmail Rüsûhî Dede (Ankaravî) (öl. 1631), Yûsuf Dede (öl. 1669), Nahîfî (öl. 1738), Şâkir Mehmed (öl. 1836), Mehmed Murâd (öl.
1847)’dır.

Mevlana’nın Gazelleri:

   Mevlana’nın bu konudaki eserleri, Külliyat, yahut Şems’in divanı olarak  tanınmıştır. Zira Mevlâna gâzellerinden çoğunun sonunda, kendi adını yahut kendi mahlasını söyleyeceği yerde, şairlerin usulleri hilâfına Şems-i Tebrizi’ nin adını mahlas yapmıştır. Bazı gazellerini Selâhaddin-Î Zerkûp, Hüsameddin Çelebi adına yazmış olup bunların toplamı 100 gazeli geçmemektedir. Yalnız hamuş, hamuşkün ile buna benzer sözler, Külliyatın içeriğinde pek seyrek olarak anılmıştır.

1- Beyitlerin sayısı az olup ediplerin güzellerini sınırlayan sayıya uygundur. Halbuki Mevlana’nın şiirleri genel olarak kararlaştırılmış hududu aşmakla, uzun kasidelerin sınırlarına ulaşmaktadır.

2- Şiirlerin mazmunları taze olmayıp geçmişlerin fikirlerinin tekrarından ibarettir. Halbuki Mevlâna’nm gazelleri lirik, taze mana ve mazmunları ihtiva eder.

3- Bu gazellerde şair, kasret, vahdet, cem,fark, mutlak, mukayet, taayyün gibi irfana ait terimlerle ilgilenir. .

4- Söz bakımından bu gazeller düzgün, hepsi bir elden çıkmış, terkip usulü daha çok sonrakilerin yazış tarzlarına yakındır. Bu şairin şiirlerinde hiçbir sıcaklık, heyecan yoktur. Halbuki Mevlana’nın şiirlerinde çok değerli değersiz parçalar vardır. Onun terkipleri, eskilerin tarzına daha yakındır, okuyana yüce bir hal, acayip bir coşkunluk bağışlar.

5- Bu gazellerin vezinleri, gazelde göz önünde tutulması gereken şekilde hafif, latif, zevke uygun olup (XIII ve XIV. yüzyıl şairlerinden bilhassa Sadi ile Hâfız’ın zevklerinin inceliği, fikirlerinin letafeti ile husule gelmiş) bulunan vezinlerin değişmesinden, gidişlerinden gazel vezninin, kaside vezninden ayrılmasından sonra söylenmiştir.

Halbuki Mevlana’nın gazelleri hafif, ağır, kısa, uzun vezinleri ihtiva ederler. Bazılarının gazele, bir kısmının ise kasideye yarışacak kılıkta oldukları fark edilir.

6. Her gazelin maktasında bu şair, yalnız Şems mahlâsmı kullanır. (Yalnız 3 yerde Mâşriki ünvanı ile beraberdin) Halbuki Mevlâna’nın şiirlerinde Şems lâfzı tek başına söylenmemiştir.

Mevlana’nın Mensur Eserleri :

Fih-i Mafih: ( Onun içindeki odur, ne varsa onda var)

Bu kitap Mevlâna’nn takrirlerinin mecmuasından ibarettir. Mevlâna bu takrirleri kendi meclislerinde beyan etmiş, oğlu Sultan Veled diye ün alan Bahaeddin, yahut müritlerinden biri onları yazmış, böylelikle meydana gelmiştir. Kitabın bölümlerinin (fasıllarının) çoğu, halin gereğince ortaya atılmış olan konulara dair sorularla bunlara verilen cevaplardır. Bu bakımdan kendinden öncekiyle ilgisi yoktur. Bir kısmı da Muineddin Süleyman Pervane’ye hitaptır.

Bölümlerle oturumlar (Meclislerin konusu, olan , genellikle ahlakî meseleler, tarikat, irfan, tasavvuf nükteleri, Kuran ayetleri, peygamberin hadisleri, şeyhlerin sözlerinin şerhi, beyanıdır kİ Mevlana’nın kendine mahsus üslubu ile yani atalar sözü, hikayeler anlatılarak izah edilmiştir.

Mevlana’nın Mektupları:

Bu eser, Mevlana’nın kendi çağdaşlarına yazmış olduğu mektuplar mecmuasıdır. Onun iki nüshası İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde mevcut olup Mevlana’nın mutekitlerinden Mehmet Feridun Nafiz (Uzluk) tarafından bastırılmaktadır.

Bu mektuplar arasından 3 mektup, Eflâki Menakıbı’nda görülmektedir. S.167 Onlardan birisi Mevlana tarafından, Selâhaddin’in hastalığı zamanında onun halini, hatırını sormak üzere yazılmış olup bu kitabın IV. bölümünde dereedilmiştir.

Diğer 2 mektubu, Mevlana, Sultan Veled’le Selâhaddin’in kızı olan zevcesi Fatma Hatun arasında vukua gelen bir kırgınlık zamanında yazılmıştır. Mevlâna kendi el yazısı İle özür dileyen mektubunu Katma Hatuna; öğüdü ihtiva eden diğer bir mektubu da Sultan Veled’e yolladı.

Mecalisün Seba ( Yedi Öğüt) :

Bu kitabın yazma bir nüshası,Üsküdar’daki Selimağa kitaplığında saklıdır. Onun kopya edilme tarihi 788/1388 yılıdır. M. Feridun Nafiz (Uzluk), onun basılmasında gayret göstermekledir. Bu senenin (1936) Martında bu kitabın 3 forması basım kisvesine bürünmüştür.

Mevlana’nın yedi vaazını konu alır ve yakın çevreleri tarafından derlenip toparlanmıştır. Her vaazında ayet ve hadislere de yer vermiştir. Çeşitli hikayelerle bu vaazlarını zenginleştirmiştir. İnsanlar yol ve irfan gösteren bu vaazları hala günümüzde zengin içerikli kaynaklar arasında gösterilmektedir.

 Mülemmaları ve Türkçe Şiirleri:

Mevlana’nın Bir Türk şairini gösteren yazı ve şiirleri burada yer almaktadır. Bunlar arasından topluca ve en uzun şiirleri Hasibe Mazıoğlu tarafından yayınlanmıştır.

Mevlana Hayatı Hakkında Kısa Özet Bilgi

(1207-1273) Şâir, düşünür. Belh’te doğdu. Bahaeddin Veled’in oğlu. Ailesi ile birlikte on altı yıl süren bir seyahatten sonra Lârende (Karaman)’ye yerleşti. İlk hocası, babasıdır. Seyyid Burhâneddin’den naklî ilimler aldı. Haleb’de Haleviye Medresesi’nde okudu. Aynı yıllarda Şam’da Muhyiddin-i Arabî, Sadeddin-ı Hamavî ve Ehvadüddîn-ı Kirmanî ile görüşerek tasavvuf bilgileri aldı.

1230’dan sonra Konya’da babasının yerine Medrese’de dersler verdi. 1226’da sofi Tebrizli Şems ile tanıştı, sohbet etti. Bu esnada medresedeki derslerini ihmal etmesi ve diğer insanlarla görüşmemesi sebebiyle hoşnutsuzluk duyanlar Şems’i tehditle Konya’dan uzaklaş­tırdılar. Mevlana bu ayrılıktan çok etkilenmiş ve kimseyle görüşmemiştir.

Bunun üzerine dostları, Sultan Veled’i Şam’a gönderip Şems’i geri çağırdılar. Mevlana Celaleddin-i Rumi, Şems’i ev­latlığı Kimya ile evlendirdi. Bâzı dedikodular yüzünden Şems öldürüldü. Çok üzülen Mevlânâ duygulu gazellerle acılarını dile getirdi. Daha sonra Selâhaddin ve Ahi Türkoplu Hüsameddin ile dostluk kurdu. Mesnevi, Hüsameddin’in gayreti ile yazıya geçirildi. Mevlânâ, Konya’da öldü. Türbesi müze halindedir.

Dünya edebiyatının sayılı şairlerindendir. Tasavvuf edebiyatını halk zevkine uygun şekilde, hikayeler yardımıyla anlattı. İlâhî aşkı terennüm eden, insanlara nasihat veren, doğru yolu gösteren şiirler yazmıştır. Çağının geleneğine uyarak şiirlerini Farsça söylemiştir. Mevlânâ, mevlevîlerin pîridir. Tarikat, onun ölümünden sonra kurulmuş, Çelebi Hüsâmeddin’in ölümünden sonra da Sultan Veled tarafından bir sisteme bağlanmıştır.

Eserleri:
1. Divân-ı Kebir (Dîvan-ı Şems Tebrîz, Dîvân-ı Semsü’l-Hakayık). Şiir değeri bakımından en önemli eseri­dir. Gazellerindeki aşk terennümleri, rubailerindeki fikir in­celiği ve hayâl zenginliği dikkat çekecek derecede güzeldir. Abdülbâki Gölpınarlı bu eseri 7 cilt hâlinde Türkçe’ye çevir­di (İlk beş cilti Remzi kitabevi neşriyatından olmak üzere 1957-1960 yılları arasında, altıncı cildi Milliyet yayınları ara­sında, yedinci cilt de İnkılap ve Aka Kitapevleri tarafından 1973’de yayınlandı. Dıvân’da yer alan rubailer de Hasan Ali Yücel (107 rübâî, 1932), Asaf Halet Çelebi (276 rubâî, 1944) ve Abdülbaki Gölpınarlı (tamamı, 1964), tarafından tercüme edilip neşredildi.]

2. Mesnevî [(6. Cilt. 25618 beyit. Dünyaca tanınmış. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Ordu diline çevrildi. Tasavvufu birtakım hayalî ve realist öykülerle anlatır. Olgunluk döneminin eseridir. İlk 18 beyiti kendi, kalanını Hüsameddin Çelebi yazıya geçirdi. En güzel baskısını R.B. Nicholson yaptı. Türkçe’ye pek çok tercüme ve şerhleri var­dır. XVIII’inci asırda Süleyman Nahifi, Mesnevi’yi nazmen Türkçe’ye çevirdi. (Amil Çelebioğlu, Mesnevi-i Şerif, Aslı ve sâdeleştirilmişiyle Manzum Nahifi Tercümesi’ni yayınladı). Abdülbakî Gölpınarlı Mesnevî‘nin tamamını günümüz Türkçesine tercüme etti].

3. Fihi mafih [Farsça, mensur. Mevlânâ’nın sohbetlerinin yazıya geçirilmesi ile meydana gelmiş. 70’ten fazla sohbet var. Meliha Ülker Tarıkahya (istanbul, 1954) ve Abdülbâki Gölpınarlı (İstanbul, 1959) Türkçe’ye çe­virip bastırdı.].

4. Mektûbât [(Sonradan biraraya getirilen mektuplarıdır. F.Nafiz Uzluk, Kitabü’t-teressül Lit-tevessül lle’t-tefaddül adı ile 1937’de neşretti],

5. Mecâlis-i Seb’a [Mevlânâ’nın 7 va’zının bir araya toplanması ile meydana gelen öğüt kitabı. F.Nafiz Uzluk eserin metnini ve Hulusi’nin tercümesini bastırdı (1937).] Mevlânâ, Farsça yazmakta bir­likte aslının Türk olduğunu kendisi söyler. Dîvân’ında Türk­çe beyit ve İbareler vardır. Bunları Şerafettin Yaltkaya (Mevlânâ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe Şiirler, Türkiyat Mec­muası, C.IX, 1934) İle Mecdut Mansuroğlu (M.C. Rûmi’de Türkçe Beyit ve İbareler, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, 1954), yayımladı.

Düşüncelerinizi Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir