Feodalite, Dogmatizm ve Skolastik Düşünce Nedir
Feodalitenin Ortaya Çıkmasının Nedenleri Nelerdir
Feodalite kavramının kökeni, Kavimler Göçü sonucunda Avrupa’ya gelen farklı barbar kavimlerin, Hristiyanlık dinine adapte olmasıyla başlamıştır. Bu süreç, Hristiyanlığın bölgede yayılması için bir katalizör görevi görmüştür. Bu dönemde, Hristiyanlık Roma İmparatorluğu‘nda resmi din olarak kabul edilmiş ve 381 yılında bu karar yasalaşmıştır. Bu da Papa’nın, Roma merkezli olarak dini faaliyetlerin yöneticisi olmasını sağlamıştır.
Feodalite kavramı, bu dönemde ortaya çıkmıştır ve Avrupa toplumlarının sosyal ve ekonomik yapısını şekillendirmiştir. Kilise ve toprak sahipleri, bu sistem içinde en güçlü ve nüfuzlu olanlardı ve kralların dahi onlara saygı göstermesi gerekiyordu. Papa, dinin en yüksek temsilcisi olarak, Roma’dan dini işleri yönetmekle kalmamış, aynı zamanda siyasi ve toplumsal kararların da alınmasında etkili olmuştur. Böylece, Hristiyanlık, Avrupa’da sadece bir din değil, aynı zamanda bir güç ve nüfuz merkezi haline gelmiştir.
Sonuç olarak, Feodalite kavramı, Hristiyanlığın Avrupa’daki yayılımı ve Papa’nın gücünün artmasıyla ortaya çıkmış ve Avrupa’nın sosyal ve ekonomik yapısına uzun yıllar boyunca etki etmiştir.
Kavimler Göçü sonrasında Romalıların ikiye ayrılması, Hristiyanlık üzerinde de etkili olmuş ve Hristiyanlık inancı içinde, Ortodoksluk ve Katoliklik olmak üzere iki mezhep ortaya çıkmıştır. Orta Çağ’da din adamalarının söyledikleri, mutlak doğru kabul edildiği için din adamları Hristiyanlığa karşı çıkanları AFOROZ, ederek dinden çıkarmışlardır. Avrupa’da imtiyazlarını kaybetmek istemeyen Hristiyan din adamlarının etkisiyle’’ Skolastik Düşünce’’sistemi doğmuştur. Bu düşünceye göre, din ile ilgili esaslar değişmez kabul edilmiş ve deney yasaklanmıştır. Yeni gelişme ve düşüncelere kapalı bu sisteme Dogmatizm de denir.
Feodalite Nedir
Skolastik düşünce sisteminden dolayı Orta Çağ’da Avrupa’da bilim, sanat, edebiyat gibi alanlarda önemli bir gelişme yaşanmamıştır. Kavimler Göçü’nden sonra Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasında etkili olan barbar kavimler, Avrupa’nın değişik bölgelerinde krallıklar kurmuşlardır .Bu krallıklar arasındaki anlaşmazlıklar, Orta çağ Avrupası’nda Feodalite adıyla yeni bir rejim ortaya çıkarmıştır. Bölgelerinde siyasal ve mali gücü elinde tutan soylular, Şato ve kalelerde yaşarlardı.
Güçlü savaş lordlarının egemen güç kabul edildiği, zayıfların kendilerini efendilerine emanet ederek karşılığında sadakatle hizmet sözü verdikleri bir toplum yapısıdır. Feodalizm; Orta Çağ Avrupa tarihinde toprak egemenliğine dayalı siyasal yönetim biçimidir. Feodalitede siyasi güç; krala ait olup kral, siyasi otoritesini mutlak sadakat koşuluyla ve kontrollü olarak derebeyleriyle paylaşmıştır. Toprağın sahibi olan lordlar, köylü ve ailesinin de sahibidir.
Kral; lord ve vasallarından malikâne sayısı oranında asker ve vergi toplamıştır. Merkezî birlikteliğin olmadığı bu sistemde derebey siyasi, ekonomik ve sosyal gücü elinde bulundurmuştur. Yaptığı işlerden dolayı kimseye hesap verme zorunluluğu olmayan derebeylerin himayesindeki köylüyü yargılama ve ceza verme hakkına sahiptir. Feodal yapıda hiç kimse tam anlamıyla hükümran değildi. Bu yüzden kral, lord ve vasallar arasındaki mücadeleler Orta Çağ Avrupası’nda uzun süren karışıklıklara, siyasal istikrarsızlıklara hatta savaşlara sebep olmuştur.
Feodalitenin Özellikleri Nelerdir?
Kesilmiş, küçük yönetim birimleri olarak bilinen ve feodalite adı verilen bu siyasi yapıda,
- “Feodal sistem”de siyasi parçalanmışlık vardır.
- Ekonomide tarım ve hayvancılık ön plana çıkmış, temel geçim kaynağıdır.
- Köylüler, toprakla birlikte derebeyin malı sayılmış,
- Halk, eşitsizlik esasına göre sınıflara ayrılmış,
- Feodal beyler iç işlerinde serbest dış işlerinde belli noktalarda krala bağlı olmuşlardır,
- Feodal beyler şatolarda yaşarken halk, toprağı işleyerek üretim faaliyetlerinde bulunmuştur.
- Ortaçağ boyunca devam eden Feodalite Haçlı Seferlerine katılan feodal beylerin bir çoğunun geri dönememesiyle zayıflamış, Yeniçağ başlarında barutun ateşli silahlarda kullanılması sonucunda etkinliğini kaybetmiş böylece merkezi krallıklar güçlenmiştir.
Feodalite sisteminin yıkılması,
I. Haçlı seferlerine katılan derebeylerin çoğunun ölmesi ve dönenlerin ise topraklarını, ordularını ve nüfuzlarını kaybetmeleri, (Avrupa’da siyasi yapının değişmesine ortam hazırlamıştır.)
II. İstanbul’un fethinde kalın surların yıkılabileceğini kanıtlayan topların kullanılması ile kralların, derebeylerin şatoları ve malikanelerini ortadan kaldırılabilmesi,
III. Coğrafi Keşifler ile yeni keşfedilen yerlere yapılan büyük göçlerle derebeylerin topraklarını işleyen köylülerin göç ederek derebeylerin de egemenliklerinin sonlanması gelişmeleri etkili olmuştur.
Skolastik Düşünce Nedir?
Orta Çağ boyunca Kilise, İncil’in her şeyi içerdiğine ve her şeyin İncil’e göre olması gerektiğine inandı. Bu nedenle, Kilise’nin Skolastik Düşünce olarak bilinen anlayışı, dini nüfuz alanlarının yanı sıra halk ve devlet üzerinde de büyük bir etkiye sahip oldu. Kilise, Skolastik Düşünce çerçevesinde din adamlarını, aforoz, enterdi ve endüljans gibi dini nüfuzlarını arttıran tutumlar benimsemeye yönlendirdi. Bu tutumlar, halk, derebeyler ve krallar üzerinde de büyük bir etkiye sahipti.
Skolastik Düşünce, Kilise’nin İncil merkezli felsefesiyle birleşerek, teoloji, felsefe ve bilim alanlarında sistematik bir düşünce tarzı oluşturdu. Kilise, Skolastik Düşünce’yi kullanarak, halkı, devleti ve derebeylerini dini inançlarına uygun bir şekilde yönlendirmeye çalıştı. Ancak, Skolastik Düşünce’nin aşırı dogmatik olması ve sadece İncil’e dayanması, eleştirilerin hedefi haline geldi. Bunun yanı sıra, Kilise’nin bazı dini nüfuzlarını kötüye kullanması, toplumda hoşnutsuzluğa ve eleştirilere neden oldu.
Skolastik Düşünce Orta Çağ Avrupasında kişisel yaratıcılığın önlenmesi,
* gelişmeyi önleyici engellerin sürdürülmesi,
* aklın ve bireyin varlığının reddedilmesi,
* bilim , sanat, edebiyat alanlarındaki gelişmelerin engellenmesi durumlarına neden olmuştur.
Doğu Roma İmparatorluğu’nda din adamlarının konumları, Yeni Çağ’ın reform hareketlerinde Katolik Kilisesi’ne karşı ortaya çıkan Ortodoks Kilisesi’ne karşı yapılan hareketlerde engel teşkil etmiştir. 1054’ten itibaren başlayan bu hareketler, Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki ayrılığı ortaya çıkarmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da “Ortodoks” tebaa üzerinde kurduğu hoşgörülü yönetim, XIV. yüzyıldan itibaren Ortodoks Kilisesi’nin toplum ve devlet üzerindeki etkisini azaltmıştır. Bununla birlikte, Ortodoks Kilisesi hala birçok ülkede önemli bir dini kurum olarak kabul edilir ve halk üzerinde bir etkiye sahiptir.
Osmanlı Devleti’nin hoşgörülü yönetimi, Ortodoks Kilisesi’nin nüfuz alanlarını kurmasına izin vermemiş olsa da, bu durum aynı zamanda kilisenin baskı altında kalmasına da neden olmuştur. Bu dönemde, Ortodoks Kilisesi’nin liderleri, halkı aydınlatmak ve toplumda reform yapmak için çaba gösterdiler.
Ortodoks Kilisesi’nin, Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında olmasına rağmen, dini ve kültürel mirasını koruduğu bilinmektedir. Kilise, Balkanlar’daki Ortodoks halkının inanç ve geleneklerinin korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, Ortodoks Kilisesi, günümüzde de birçok ülkede hala önemli bir dini otorite olarak kabul edilmektedir.