Dil ve Düşünce Arasındaki İlişki
Dil ve Düşünce Arasındaki Münasebetler
Dil düşüncenin evidir.Düşünme faaliyeti nesneler ve olgular arasında bağlantılar kurarak gerçekleşir. Dilde nesneler, fiiller ve olgular kelime olarak kodlanmıştır. İnsan bu kelimeler arasından seçmeler yapıp bağlantılar kurarak dil içinde düşünür. Dil içinde düşünmek, kelime hâzinesinin zenginliği ile doğrudan ilgilidir. Bir insanın kelime hâzinesi ne kadar zengin ise düşünce ufkunun boyutları da o kadar engin denilebilir.
Dil ve düşünce ilişkisi konusunda dilbilimciler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. E. Sapir, içinde yaşadığımız dünyanın bilinçsiz ve geniş bir uzantıdan ibaret olduğunu ve toplumun dil âdetleri üzerine bina edildiği şeklinde bir önermede bulunmuş, Worf da bu düşünceyi açıklamıştır. Bundan dolayı Sapir-Worf Teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre, “Dil, algılama gücü üzerinde bir tür diktatorya kurar. Farklı diller, çevremizdeki alemi farklı şekilde yansıtırlar. Kişi, âlemi hayatının çok erken bir döneminde ana dilinin çizdiği ‘çerçeve yoluyla tanır. Çevresindeki âlem ne kadar zengin ve çeşitli olursa olsun o kendi dilinde isimlendirilmiş fenomenlerden başkasını görüp idrak edemeyecektir. Şüphe yok ki ana dili, bize âlemi kendine özgü bir biçimde tahlil eder ve bu tarz tahlili ve âlem bilincini bizim için bir zorunluluk kılar. İnsanlar sadece kendilerini çevreleyen nesneler ve toplumsal hayat çerçevesinde yaşamazlar. Ayrıca, ana dili âlemi çerçevesinde yaşarlar. Kuşkusuz biz, bizi kuşatan âlemi dil âlemi uyarınca bina ederiz ve her dil kelime hâzinesi yanı sıra bir takım bakış açılarını ve diğer bazı bakış açıları karşısındaki peşin hükümleri ihtiva eder.
Lisan sayesindedir ki insan zekâsı da müşahhastan mücerrede yükselebilmiş, gelişebilmiş, eşyanın ayrıntılarından kurtularak “gruplaştırma” imkânını bulabilmiştir. Böylece “dil” bir taraftan “düşünce” sonucu meydana gelirken bizzat kendisi de “düşünce”yi hasıl etmektedir. Dilsiz düşünce sadece birtakım eşya hayallerinin zihnimizde canlandırılması tarzında olur ki bu, son derece kısıtlı, şekillere, eşyaya bağlı ve görebildiğimiz dünya ile sınırlı bir düşünceden ibaret kalır
Humbolt’a göre, “Düşünceler dili yarattığı gibi, diller de düşünceleri yaratır. Dil, düşünceyi tamamlayan, düşünceyi yaratan bir şeydir. Ancak dilini oluşturan, yükselten bir toplum gerçek bir düşünce etkinliği gösterebilir. Dilin yapısıyla bütün öteki entelektüel etkinliklerin başarısı arasında açık bir bağlantı vardır. Ancak yüksek bir olgunluğa erişen dillerde gerçek bir düşünce etkinliği meydana gelebilir.”
Ana dilinin temelleri ilk on beş yılda atılıyor; sonraki on beş yıl onun üzerine kurulan bina, daha sonraki on beş yıl ise, yapılan binanın (düşünce ve davranış kontrol merkezi, iman ve sezgi evi) döşenmesi, bezenmesi, zenginleştirilmesi yıllarıdır. Bize göre, bundan sonraki on beş yıl ise, saray veya gecekondu türünden bir düşünce ve davranış evinde yaşayış zamanlarıdır. Kişiler, ilk on beş yılda düşüncenin ve dilin geliştirilmesi için tanınan imkânlar ölçüsünde, ‘iç denge’ ile sonuçları ‘mutlu olma ile mutlu kılma’ olan bir ‘benlik ve kimlik’ sahibi oluyorlar. Kararsızlık, kendisiyle ve çevresiyle çatışmalı kalış, aczine inanış da teşhircilik ölçüsündeki hırs, öfke ve inat da dil ve düşünce evindeki eksiklerin, yanlışların sonucudur. Bir kişi, on beş yaşına geldiğinde ana dilindeki 15.000 kelimeyi (kullansın kullanmasın) kazanmamışsa, bir cümle içinde karşılaşınca anlayamıyorsa, dil kazanımındaki eksiklik, düşünceyi işletmesine de yansıyacaktır. İkinci veya üçüncü bir dilin öğrenilmesindeki başarı, ana dilinin temellendirilmişliğiyle doğru orantılıdır.
Dil ile düşüncenin ayrılmazlığı, düşüncenin dili ve dilin düşünceyi geliştirdiği bilimsel bir gerçektir. Doğada insanlaşma süreci düşünce – dil etkileşimiyle başlamıştır. Düşüncesi olmayanın dili, dili olmayanın düşüncesi olamaz. Bunun en belli örneği de hayvanlardır. Hayvanların düşünceleri yoktur, çünkü dilleri yoktur. Demek ki düşüncemizi geliştirmemiz için dilimizi geliştirmemiz gerekir.
Dili doğuran düşüncedir. Düşünceyi geliştiren ve ifade edilmesinde araçlık yaparak anlam kazanmasını sağlayan da dildir. Dilsiz düşünce mümkün olmakla birlikte düşüncenin anlam ve derinlik kazanabilmesi için dil şarttır.
Duyma, düşünme ve duyup düşündüklerini başkalarına dil adı verilen mucizevi bir yapı ile anlatma melekesine sahip olma özelliği ile diğer canlılardan ayrılan insanoğlu için dil içindeki kelimeler düşüncenin anahtarlarıdır. Bir başka ifade ile kavramlar düşüncenin anahtarı, bir bakıma terimler de bilimin anahtarıdır. İnsan her şeyi kelimelerle düşünür, cümlelerle anlatır. Bir insan ne kadar çok kelime bilir ve onları doğru kullanabilirse, düşünce dünyası da o ölçüde gelişir. Kısacası dil düşüncenin âdeta anahtardır. Dil düşünceyi, düşünce de dili yoğurarak gelişir.