Dil ve Kültür Arasındaki İlişki
Dil ve Kültür İlişkisi
Milletleri kitle ve yığın olmaktan kurtararak onlara millilik özelliği veren, şekil yön ve şahsiyet kazandıran dil, kültürün unsurlarından biri olmakla beraber onun taşıyıcısı, nakledicisi ve yayıcısıdır. Kültür içerisinde oluşan bütün değerler dilde varlık bulur, dilde anlam kazanır ve dil vasıtasıyla gelecek dönemlere taşınır.
Toplumda elde edilen bütün bilgi, bulgu ve deneyler ancak dil aracılığı ile aktarılır. Dil, insana ait her türlü ürünün taşıyıcısıdır. Kültürün yeniden öğrenilip aktarılmasında, dile büyük gereksinim vardır. Yaşanılan hayatta bir kültürün içeriğini ve niteliklerini kavrayabilmek için onun dil yönünden dayandığı anlamlar sistemini bilmek gerekir. Bu nedenle dil, kültürü oluşturan bir öge olmanın yanı başında onu elde etmek için kullanılan bir araç niteliği de taşımaktadır. Bütün bunların dışında dil, bir ulusu oluşturan ve ulusallığı sağlayan ana etkenlerden biri olarak da toplumda önemli bir yer tutmaktadır”
Dil ile kültür tıpkı etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz. Milleti tanımlarken kullandığımız bu iki temel unsur arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Dil, kültürü taşırken kültür de dili dış etkenlerden ve yabancılaşıp yozlaşmaktan korur.
İnsan bir kültürün içine doğduğu gibi bir dille doğar. İnsanın zihnî kalıpları, düşünme biçimi dille şekillenir. Kültürel örgütlenme, dil ve yazının üstüne oturur. Dil ve kültür birbirinden ayrılamazlar. Kültür bakımından ileri gitmiş, yükselmeler göstermiş bir ulusun dili de o yükselmeye uygun bir şekilde gelişir. Düşünce yaşamının yükselmesiyle birlikte dil de yükselir. Ulusun entelektüel alanda gösterdiği üstünlüğün dilde de ortaya çıkması zorunludur.
Dil ve kültürün gelişimi paraleldir. Kültürün bütününde var olanlar dilde de vardır. Dil, fiziki ve ruhi yönü olan iki boyutlu bir varlıktır. Konuşurken çıkardığımız sesler, havanın dalgalanmaları dilin fiziki yönüdür. Sesler, anlamı taşıyan birer kap gibidirler, anlamı konuşandan dinleyene ulaştıran birer köprüdürler. Konuşan karşısındakine birtakım sesler göndermeseydi anlaşma olamazdı. Ancak, bu gönderilen seslerin algılanmaları, yaşanmaları da gereklidir. Bu olay da, dilin ruhsal yönüdür. Ama dilin gerçekliği bu son olayla bitmiş olamaz. Seslerin yaşanması, henüz bir anlaşma değildir. Böyle olsaydı bilmediğimiz yabancı bir dilin seslerini sadece işitmekle bu dili anlamış olurduk. Konuşmada anlaşmayı sağlayan asıl etken anlamdır. Dil, kültürü hem kurar hem geliştirir. Ağızdan çıkan her sözcüğün, dile yapışık kültür ortamını da canlı tutmada katkısı vardır Ama dilin başarısı yalnızca kültürü taşıyıp korumakla tükenmez. Kültür, zaman ve uzay doğrultularında genişleyip yayılmasını da dile borçludur Bu arada, kuşkusuz, dil de çeşitli değişimlere, eleştirilere uğrar; gel gelelim dile ilişkin bu durumlar kültür varlığını da yeniden yoğurup biçimlemeye yol açar
Dil, milletler için hafıza görevi yapar. Dil, bir milletin dehasından doğan; o milletin tarihi, medeniyeti, kültürü ve karakteri ile beraber nesilden nesile geçerek devamlılığını sağlayan bir sistemdir. Dilin yok edilmesi, milletin de devletin de yok olması demektir.
Dilin kültür ile olan ilişkisini Atatürk‘ün şu önemli vecizesinde açıkça görmekteyiz. Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlenebilsin. Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.