Dilin Toplum Hayatındaki Yeri
Dilim Toplumsal Yaşamımızdaki Yeri ve Önemi
Dil, tek bir insan varlığının çokluğu kadar toplum yaşayışının da ayrılmaz bir parçasıdır, insanlar tek başlarına değil de toplum halinde yaşadıklarında uzun bir zaman içinde o toplumu oluşturan fertlerin ortaklaşa katkıları ile biçimlenir. Bu niteliği ile de sosyal bir varlık durumundadır. Her toplumun kendi özünden gelen bir mayası, kendine has bir yapı ve gelişme düzeni olduğu için, diller de toplumdan topluma değişirler o toplumların kendi niteliklerine uygun bir kalıba girerler. Türkçe ile İngilizce ile Japonca arasındaki iç ve dış yapı aynı o dillerin bağlı oldukları toplum yapılan arasındaki ayrılıklardan kaynaklanmaktadır. Her toplumun kendine has bir yaşama düzeni olduğundan, diller de toplumların bu yaşama düzenlerine uygun birer konuşma ve yazma düzenine sahiptirler. İşte bundan dolayıdır ki, bir toplumun dili o toplumun yüzyıllardır süregelen yaşama düzeninin gelişmiş bir ürünü ve vanadaki aka olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dilin yapısı da o yaşama düzeninin paralel olarak yol almıştır.
Dil ile o dili konuşan millet arasındaki sıkı bağlantı ister istemez dil-kültür bağlantısını ortaya çıkarmıştır. Bilindiği gibi toplumlar! millet haline getiren şey kültürdür. Kültür medeniyetin millileşmesi, bir milletin manevi varlığını. duyuş ve düşünüş birliğini kuran gelenek halindeki her türlü yaşayış, düşünce ve san’at varlıklarının tümüdür. Milletlerin kendilerine has olarak yüzyıllar boyunca devam eden ve gelişen davranış biçimleridir. Bir şair, duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir düşünür, görüşlerini toplumuna dil yolu ile yayabilir. Yeni buluşlar ve keşifler ifadelerini dille gerçekleştirebilir. Bir tiyatro sanatçısı mimik ve jestlerine dilini eklemeden san’atım gerçekleştiremez. Geçmiş yüzyıllar Anadolu’sunun dünya görüşü Yunus’un ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif Ersoy‘un İstiklal Marşı‘nda, milli mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul in manzumelerinde ve bu dönemi işleyen romanlarda, İstanbul’un güzellikleri ve incelikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal Beyatlı‘nın şiirlerinde, Hüseyin Rahmi Gürpınar‘ın ve Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın romanlarında, Anadolu halkının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘nun eserlerinde ebedileşmiştir. Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçlan veciz ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum ve millet hayatını büyük çapta etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir. Görülüyor ki, dil bir milletin gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve düşünen beyni durumundadır. Varlığının da teminatıdır.
Nasıl bir insanın iç dünyası ile dış dünyası arasındaki bağlantı dille kurutuyorsa, bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı da yine dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne bugünden yarına dille geçirilmektedir. Bundan dolayı dil aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, coğrafyası, dini değer ölçüleri, folkloru, müziği, san’atı, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembbolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır. Böylece, dil sosyal yapının ve kültürün sâdık bir aynası olmaktadır.
Bunların dışında, dil aynı zamanda bir kültür yaratıcısı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, duygu ve düşüncenin tam olarak anlatılabilmesi dilin mükemmelliğine ve zenginliğine bağlıdır. Dilin anlatım gücünün aşağı bir seviyede kalmış olması, onun daha yüksek bir gaye ile kullanılması için gerekli şartların eksikliğinden kaynaklanır. Milli Kültür’ün geçen sayısındaki yazımızda başka bir münasebetle de dokunduğumuz gibi, üstün fikirler ancak dildeki geniş anlatım imkanları ile açığa vurulabilir. İlim de dile bağlıdır. Bu da demektir ki, dil üstünlüğü, kültür üstünlüğü, dil zayıflığı, kültür zayıflığı sonucunu doğurur.
Dilin insan, toplum ve millet hayatındaki yerini kısaca belirtken şimdi bu görüşlerin ışığında, Türkçeleştirme çalışmaları ile ilgili birkaç noktayı dile getirelim.
1. Toplumların ve milletlerin kültür seviyeleri yükseldikçe, dünyada ve teknik ilerledikçe, yeni kavramların ortaya çıkacağı, bu kavramları karşılamak üzere dilde yeni yeni kelimelere ihtiyaç duyulacağı tabiidir.
2. Her dil, kendi tarihi, sosyal ve kültürel şartlarından gelen öze! durumlar dolayısıyla, başka diller ile kelime alışverişi yapagelmiştir.