Tecahül-i Arif Sanatı
Tecahül-i Arif Nedir
Tecâhül-i ârif, edebiyatın hem nazım biçimleri hem de nesir dallarında sıkça rastlanan söz sanatlarından biridir. Tecahülüarif terimi, yazı içinde bir meseleyi ya da konuyu, belirli bir nükte veya incelikle birlikte, sanki yazar tarafından bilinmiyormuş gibi tasvir etme yöntemini tanımlar. Bu özel ifade biçimi, sadece tecâhül olarak da anılabileceği gibi, tecâhül-i ârifâne şeklinde de isimlendirilir.
Tecâhül-i ârif sanatı, yazarın ya da şairin, aslında vakıf olduğu bir konuyu veya detayı, bilmiyormuş gibi göstererek işlediği bir tekniktir. Bu yaklaşım, eserde belli bir derinlik ve incelik katmak, okuyucunun dikkatini çekmek ve düşündürmek amacı taşır. Yazar, bu teknikle eserine zenginlik katarak, okuyucunun üzerinde daha kalıcı bir etki bırakmayı hedefler. Tecâhül-i ârif, edebi eserlerde kullanılan zarif bir yöntem olarak kabul edilir ve esere farklı bir boyut kazandırır.
Bilinen bir şeyi, bilmez görünerek anlatmadır. Bu, çoğu kez soru ya da abartma yoluyla yapılır. Nükte yapmak için veya bir anlam inceliği yaratmak, şairin gayet iyi bildiği bir şeyi bilmiyor görünerek biçimde yapılan edebi sanatlardan biridir. Şair, bu sanatı yaparken çoğu kez mübalağa (abartma) ve istifham (soru sorma) sanatlarından faydalanır.
Tecahülüarif örnekleri
Sen güneş misin ha?
Kaya mısın yoksa su mu?
Giderken
Bunca can
Susmuşsun da
Sanki var mısın?
Yukarıdaki örnekte ozan onun güneş, kaya, su ya da var olup olmadığını bilmemesi olanaksız olduğu halde bilmez görünüyor
Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?
Benim mi Allahım, bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.
(Cahit Sıtkı Tarancı)
Şair Cahit S. Tarancı, “Otuz Beş Yaş Şiiri”nde gençlik yıllarının ardında kaldığını, her şeyin zamanla dönüştüğü gibi kendisinin de değişimden nasibini aldığını ve ölümle yüzleşme anının yaklaştığını, ardı ardına sorduğu sorularla dile getirir. Bu sorular, aslında cevap arama amaçlı sorulmamıştır. Şair, karşısındaki aynadaki yansımanın kendisine ait olduğunun ve aynaların insanlara düşman kesilemeyeceğinin farkındadır.
Ancak aynaların acımasızca gerçeği yansıtmaları, şairin onları birer düşman olarak görmesine neden olmuştur. Dizelerde yer alan sorular, aslında bir bilgi arayışının değil, derin bir endişenin, kaygının ve korkunun ifadesidir. Şiirde kullanılan üslup, doğallığı ve etkileyiciliği ile ön plana çıkar. Bu etkileyici üslup, şiirin tümüne hakim olup, eseri zirveye taşır ve şiir, bu doruk noktada son bulur. Bu, şairin içsel çatışmalarını, yaşadığı dönüşümü ve zamanla gelen değişimi ustaca işlediği bir eseridir.
*Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer? (Ahmet Haşim)
Şair, “Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer?” dizesinde, normalde aşina olduğu bir gerçekle yüz yüze gelirken, bunu bilmezden gelerek özgün bir ifade kullanmıştır. Şair, suların yanma olasılığının olmadığının bilincindedir fakat bu bilgisini dışa vurmamaktadır. Bu durum, bilinçli olarak gerçeği görmemezlikten gelme yöntemini, yani tecahül-i arif sanatını işaret etmektedir. Bu sanat, şairin bilgiye sahip olmasına rağmen, o bilgiyi kullanarak ortaya çıkardığı yeni bir anlam yaratma sürecidir.
* Altında mı üstünde midir cennet-i âlâ
Elhâk bu ne halet, bu ne hoş âb ü hevâdır
(Nedim)
Şair İstanbul’u övmek için yazdığı bu dizelerde “Altında mı üstünde midir güzel cennet/Doğrusu bu ne hoş durum, bu ne hoş su ve havadır” diyor. İstanbul’un güzelliğini böylece hem cennete benzeterek mübalağa ediyor hem de bildiği bir gerçeği (cennetin İstanbul’un altında ya da üstünde olamayacağını) bilmez görünüyor.
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı bunda benim günâhım
(Nedim)*Haberin var mı taş duvar, Demir kapı, kör pencere Yastığım, ranzam, zincirim Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş Karanfil kokuyor cıgaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…
(Ahmet Arif)Öyle ser-mestem ki idrâk itmezem dünyâ nedür
Ben kimem sâkî olan kimdür mey ü sahbâ nedürGerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür
(Fuzuli)
“Fuzulî’nin dizesinde, ‘Öyle ser-mestem ki idrâk itmezem dünyâ nedür; Ben kimem, sâkî olan kimdür, mey ü sahbâ nedür,’ şair, aşk şarabının verdiği sarhoşlukla kendinden geçmiş, dünya ve içinde bulunduğu hali idrak edemez bir durumdadır. O kadar sarhoştur ki, kendisinin kim olduğunu, o içkiyi ikram edenin kim olduğunu, hatta içki ve kadehin ne olduğunu bile fark edemez hâldedir. Şair, sevgilisinden delicesine âşık olan kalbinin isteğini yerine getirmesini talep eder. Fakat eğer sevgili, ‘Delicesine âşık olan kalbinin arzusu nedir?’ diye sorsa, şair bu soruya da cevap veremez. Bu beyitlerde isti’am sanatı mevcuttur.
Ancak, burada yer alan sorular, cevap arayışı için sorulmuş sorular değillerdir. Bu soruları dile getiren şair, aracılığıyla, kendi iç dünyasında yaşadığı duygusal hali tam anlamıyla kavrayamadığını, kendisini tam olarak analiz edemediğini ve bu yüzden de kendisini tam olarak tanıyamadığını ifade etmektedir. Bu dizeler, şairin içsel çatışmasını ve bu durumun yarattığı bilmemezlik halini güçlü bir şekilde yansıtmaktadır.”
Her yer karanlık pür nûr o mevki!
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Rab?
Ya hâb-gâh-ı dilber mi yâ Rab?
Rü’yâ değil bu ayniyle vâki’
Bir gülşen olmuş bak şu harâbe.
Ebr-i seher mi düşmüş türâbe?
(Abdülhak Hamit Tarhan)
Anlamı:
“Her bir köşesi karanlıkken o alan tamamen aydınlık!
Acaba batı mıdır yoksa mezar mı, ey Rabbim?
Ya da sevgilinin uykuda olduğu yer mi, ey Rabbim?
Bu, kesinlikle bir rüya değil, tamamen gerçek.
Şu harabe, bir gül bahçesine dönüşmüş bak.
Seher bulutu mu düştü toprağa?
Bu beyitlerde şair, gece vakti yas kıyafetleri giymiş genç bir kıza, bir mezar başında ilerlerken söyletmektedir. Genç kız, elbette ki bakmakta olduğu yerin “mağrib (batı)” mı, yoksa “makber (mezar)” mı olduğunu, ve toprağın üzerine seher vakti bulutun düşüp düşmediğini anlamıştır; fakat içerisinde bulunduğu durumun yarattığı derin duygusal dalgalanmalar ve ruhsal çalkantılar aracılığıyla, karşımıza doğal ve içten bir dille yansıtılmaktadır. Bu nedenle, şiirin ikinci ve son beyitlerinde, iki etkileyici tecâhül-i ârif örneğiyle karşılaşmaktayız. Bu, sanatçının iç dünyasındaki duygusal değişimleri ve çatışmaları etkileyici bir biçimde aktarmasına olanak tanımıştır.
* Çördükler, cevizler, iğdelerin Gidin bakın gölgeleri orda mı? (Cahit Külebi)
Tecâhül-i ârif sanatı PDF İndir
Şeyh Galib’in “Gel ârif ol ki ma’rifet olsun tecâhülün” dizeleri, aslında tecâhül-i ârif sanatının ne olduğunu tanımlayan niteliktedir. Tecâhül-i ârif, çeşitli özel amaçlara hizmet eden kapsamlı bir ifade şeklidir. Bazen bir hayranlık ve trans hâlini dile getirmek için, bazen neşe ve sevinç anındaki coşkuyu yansıtmak için, ve bazen de övgü ve eleştiride abartıya başvurmak için kullanılır.
Bu sanat, okuyucuda veya dinleyicide derin düşünceye sevk edebilen, duygusal bir etki bırakmayı amaçlar. Şeyh Galib’in bu mısraı, tecâhül-i ârifin sadece bilinçli bir bilmezlik olmadığını, aynı zamanda bir ma’rifet, yani derin bir bilgi ve anlayış gerektirdiğini vurgular. Bu nedenle, tecâhül-i ârif, belirli bir amaca yönelik olarak kullanıldığında, esere farklı bir derinlik ve zenginlik katmayı başaran özel bir ifade biçimi olarak kabul edilmektedir.
Tecâhül-i ârif, çoğunlukla istifham yoluyla gerçekleştirilir. istifham, belâgatın bir parçası olup, bu yöntemde yöneltilen sorulara yanıt alınması beklenmez. Tecâhül-i ârifin mevcut olduğu metinlerde, genelde teşbih ve mübalağa da bulunur. Bu sanatı, teşbih ve mübalağadan ayıran ve onu kendine özgü bir sanat dalı haline getiren özellik, şairin duygusal durumuyla doğrudan ilişkilendirilmesidir.
Yani, tecâhül-i ârif, şairin içsel heyecanını, duygusal derinliğini ve düşünsel zenginliğini yansıtan, edebiyatın zarif ve incelikli bir unsuru olarak karşımıza çıkar. Bu yöntem, şairin anlatmak istediği duygu ya da düşünceyi daha etkileyici ve çarpıcı bir şekilde ifade etmesine olanak tanır.