Yüzyıllık Yalnızlık Romanı Özeti
Yüzyıllık Yalnızlık Romanı Hakkında Kısaca Bilgi
1967 yılında yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık, büyülü gerçekçilik akımının önemli örnek romanlarından biridir. Otuz yedi dile çevrilen kitap, ülkemizde de onlarca kez basılmıştır. Büyükannesinin anlattığı masallar, büyükbabasının kalabalık evi ve renkli akrabaları ile çocukluğunun tüm gerçek kişilerini gerçeküstü ve masalsı bir anlatımla yazan Gabriel Garcia Marquez, bu kitabı için şöyle demiştir: “Kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek bir cümle bulamazsınız.” Yazar, büyülü gerçeklik akımının tüm özelliklerini de bu eserine yansıtmıştır.
Yüzyıllık Yalnızlık Romanı Özeti
Macondo (Makando), Buendia ailesinin (Bundiya) öncülüğünde kurulan, daha sonra kasabaya dönüşecek bir köydür. Melquia-des (Melkudes), Albay Aureliano Buendia’ntn (Aorliyano Bondiya) babası Jose Arcadio Bu-endia’ya (Hose Arkadyo Bondiya) çeşitli aletler getirir ve simya hakkında bilgiler verir.
Jose Arcadio Buendia kendine bir iaboratu-var kurar, karısı Ursula (Uzula) ise bu duruma kızmaktadır.
Aşağıdaki bölümde Jose Arcadio Bu endi a’nın öncülüğünde nehre yakın bir yerde kurulan köyden daha iyi bir yere yerleşme arayışı ve bu arayışın başarısızlıkla sonuçlanmasıyla Macondo’ya yerleşme anlatılmıştır.
Köyün gelmiş geçmiş en girişken insanı olan Jose Arcadio Buendia, evlerin nereye yapılacağını öylesine planlamıştı ki, ırmağa inip su taşımak için kimse kimseden fazla emek harcamıyordu. Sokakları öylesine bir sağduyuyla yan yana dizmişti ki, öğle sıcağı bastırdığında hiçbir ev ötekilerden daha fazla güneşin alnında kalmıyordu. Birkaç yıl içinde Macondo, üç yüz kişilik nüfusun o zamana kadar görüp duyduklarından çok daha düzenli ve çalışkan bir köy oldu çıktı. Burası, kimsenin otuzunu geçmediği ve kimsenin ölmediği gerçekten mutlu bir köydü.
Köyün kurulduğu günden beri Jose Arcadio Buendia, kapanlar ve kafesler yapardı. Kısa bir süre içinde, yalnızca kendi evini değil, bütün köyü kanaryalarla, arı kuşlarıyla, nar bülbülleriyle doldurdu. Onca çeşitli kuşun bir arada şakıması öyle sinir bozucu bir hal aldı ki, Ursula cinnet geçirmemek için kulaklarına balmumu tıkar oldu. Melquiades’in obası, baş ağrısı için billur küreler satarak ilk geldiğinde, bataklığın uyuşukluğunda kaybolmuş bu köyü nasıl bulduklarına herkes şaştı da, (…) köyün yolunu kuş sesleriyle bulduklarını anlattılar.
Bu toplumsal girişim ruhu, mıknatısların, gök bilim hesaplarının, cisimleri değiştirme düşlerinin ve dünyanın harikalarını keşfetme dürtüsünün karşısında çok geçmeden sönüverdi. Jose Arcadio Buendia, o temiz, zarif, çalışkan adam olmaktan çıktı, uyuşuk, hırpani, Ursula’nın sebze bıçağıyla güç bela düzelttiği sakalı saçına karışmış biri oluverdi. Birçoklarına göre, bilinmedik bir büyünün kurbanı olmuştu.
Ama o, toprak atmak için araç gerecini çıkartıp çevresine toplananlara Macondo’yıı büyük buluşlara bağlayacak bir yol açma çağrısında bulunduğu zaman, deliliğine en çok inananlar bile evi barkı, işi gücü bir yana bırakıp peşinden gittiler.
Jose Arcadio Buendia, bölgenin coğrafyası konusunda hepten bilgisizdi. Bütün bildiği, doğuda aşılmaz sıradağlar uzanıyordu ve dağların ardında da -dedesi birinci Aureliano Buendia’nın anlattığına göre- Sir Francis Drake’in topla timsah avladığı, vurduğu timsahları da Kraliçe Elizabeth’e göndermek için onarıp saman doldurmak üzere konakladığı eski Riohacha kenti vardı. Gençliğinde Jose Arcadio Buendia ile adamları, çoluk çocukları, hayvanları ve her türlü ev eşyalarıyla denize açılan bir çıkış yolu bulmak için bu dağları aşmışlar ve yirmi altı ay sonra seferden vazgeçip gerisin geriye dönmemek için Macondo’yu kurmuşlardı.
(…)
İlk günler pek kayda değer bir engelle karşılaşmadılar. Irmağın taşlı yatağı boyunca ilerleyerek yıllar önce asker zırhını buldukları yere vardılar, oradan ormana dalıp yabani portakal ağaçları arasından uzanan bir patikaya sardılar. Birinci haftanın sonunda bir geyik vurup kızarttılar, ama yalnızca yarısını yedikten sonra kalanını tuzlayıp ileriki günlere saklamak için kavilleştiler. Bu önlemi alarak, maviye çalan eti insanın ağzını buran büyük papağanları yeme zorunluluğunu biraz olsun ertelemeye çalıştılar. Sonra, on günü aşkın bir süre güneş yüzü görmediler. Toprak, volkan külü gibi yumuşak ve vıcık vıcık oldu, bitkiler sıklaştıkça sıklaştı, kuşların çığlıklarıyla maymunların şamatası gitgide uzaklaştı ve dünya sonsuz bir hüzne büründü. Keşif kolundakiler, çizmeleri buram buram tüten petrol gölcüklerine bastıkça, palaları kan kırmızı zambaklarla altın sarısı semenderleri doğradıkça, bu nemli ve sessiz cennette Âdem’in günahından da eskilere giden anılarına kapıldılar. Bir hafta boyunca hemen hiç konuşmadan, yalnızca ateşböceklerinin ölgün parıltısıyla aydınlanan bu kasvet evreninde uyurgezerler gibi yürüdüler ve ciğerlerine boğucu bir kan kokusu doldu. Bir yandan yürüyüp bir yandan açtıkları yol, göz açıp kapayana kadar türeyen yeni bitkilerle kapandığı için geri de dönemiyorlardı. Jose Arcadio Buendia, “Ziyanı yok,” diyordu, “önemli olan yönümüzü kaybetmemek.” Pusulasının doğrusuna giderek, adamlarını bu büyülü bölgeden bir an önce çıkabilmek için o bir türlü görünmez kuzeye doğru yöneltiyordu.
(…)
“Hiçbir yere gidecek değiliz,” dedi. “Burada çocuk sahibi olduk, o yüzden burada kalacağız.”
Jose Arcadio Buendia, “Ama daha hiç ölen olmadı.” diye karşılık verdi. “İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.”
Ursula incitmeyen bir kararlılıkla direndi:
“Sîzlerin burada kalması için benim ölmem gerekiyorsa, ölürüm.”
Jose Arcadio Buendia, karısının böylesine irade gücü olduğunu hiç sanmazdı. Olanca hayal gücüyle, toprağa sihirli bir su serpince istediğin yerden meyve ağaçlarının çıktığı, ağrılara sızılara karşı her türlü devanın sudan ucuza satıldığı şaşılası bir dünyadan söz ederek karısını kandırmaya çalıştı. Ama bütün bu anlattıkları Ursula’ya vız geldi.
“Çılgın buluşlarını kura kura zaman kaybedeceğine, oğullarını düşün biraz.” dedi. “Bak, ne hâldeler, yaban eşeği gibi başıboş dolaşıp duruyorlar.”
Karısı “bak” der demez Jose Arcadio Buendia pencereden baktı ve güneşli bahçede yalın ayak dolaşan çocukları gördü. Sanki Ursula bir büyü yapmış da, çocuklar o anda ortaya çıkıvermişler gibi geldi ona. İşte o zaman içinde bir şeyler, onu yaşadığı zamandan koparıp anıların bilinmedik kuytularına götüren gizemli bir şeyler oluverdi. Ursula, artık ömrünün sonuna kadar terk edilmek tehlikesinden kurtulan evi süpürürken, Jose Arcadio Buendia pencerenin önünde gözünü çocuklarına dikti kaldı. Bir süre sonra yaşaran gözlerini elinin tersiyle silerken yazgısına boyun eğmiş bir tavırla içini çekti.
“Peki.” dedi. “Söyle onlara da, gelsinler, sandıkları boşaltmama yardım etsinler.”
Ursula ve Jose Arcadio Buendia kuzendirler. annesi onlar evlendiklerinde domuz
kuyruklu çocukları olacak diye Ursula’yı korkutmuştur. İlk çocukları Jose Arcadio doğar. Ursula her doğan çocuğunun kuyruklu doğacağı endişesini taşımaktadır. Daha sonra Aureliano doğar. Jose Arcadio babasına benzerken Aureliano içine kapanık bir çocuktur. Ursula üçüncü çocuğu Amaranta’yı (Amaranta) doğurur. Amaranta doğduktan kısa bir süre sonra Jose Arcadio’nun Pilar Ternera’den (Pilor Ternere) doğan oğlu eve getirilir ve Arcadio ismiyle vaftiz edilir. Köye bir hâkim atanır, Jose Arcadio Buendia ile hâkim arasında ev boyama meselesi yüzünden tartışma çıkar ve aileler birbirilerine düşman olur. Bir süre sonra ülkede savaş başlar. Aureliano, albay rütbesiyle savaşa gider. Albay Aureliano Buendia yakalanır. Jose Arcadio Buendia akıl sağlığını yitirir, ölür. Aile büyüdükçe büyüklerin adlarının çocuklara verilmesi geleneği devam eder. Yıllar geçtikçe evdeki nüfusun artmasıyla eve yeni odalar eklenir. Ursula, görme yetisini kaybeder; yüz yaşına yaklaşırken ölür. Ursula’nın ölümünden sonra Amaranta ve domuz kuyruklu çocukları olur. Zamanla evde yaşayanlar azalınca kullanılmayan odalar kapatılır.
Roman, Melquides’in anılarının yer aldığı el yazmalarının Aureliano tarafından çözülmesi şeklinde aktarılmıştır. Aile içindeki ilişkiler ve akrabalık dereceleri bu anılar sayesinde aydınlanır. Aureliano, yazmaları okurken dışarıda kasırga çıkmakta, Macondo yıkıma uğramaktadır. Anılarda yazmaların şifrelerinin çözüldüğü zaman şehrin yok olacağı ve yazılanların bir daha yinelenmeyeceği yazılmaktadır. Böylece ailenin soyunun yüzyıllık bir yalnızlığa mahkûm edildiği ve soyun da devam etmeyeceği anlaşılır.
Gabriel Garcia Marquez